GÜNLÜKLER -78-
27 Kasım 2018
Kadıköy’e indim. Salına salına. Her koşulda en erken ben orada olacağım. On dakika kadar. Metro dakik, ben dakik öncesi. Benden önce gelmiş iki arkadaşım. Benden sonra da dördüncümüz geliyor. Buluşuyoruz dört kadın.
Kadınlar bir araya gelince ne konuşurlar, diye sorarken buluyorum kendimi. Bir yandan da dinliyorum. Fakir Baykurt’un eserlerinden ve hayatından konuşuyoruz. Selam veriyoruz, saygıyla. Arkadaşım onunla ilgili yazdığı yazıyı benimle paylaşacak. İki yıl önce yazmış, üç ay önce de bir dergide yayımlanmış. Bütün eserlerini okumak ve bunun üzerine yazmak hiç kolay değil, ömür gerek, ikinci bir insanın ömrü yetmez ki. Cilt cilt kitapları. Günlükler. Zaman hiç değiştirmemiş edebiyat dünyasını. Değişen yazılar olmuş. Daha anlaşılır yazma çabası, okurların beklediği ve istediği gibi. Biraz da eğlenecekleri kitapları alıyorlarmış yani bence. Üniversite öğrencisi söylüyor, aldık okuduk eğlendik… Benim öyle yazmamamı söylüyor. Olur diyorum ama ben nereden bileceğim nelerle eğlendiklerini? Şimdi benim yazdığım aşk mektuplarımı okusalar sanki eğlenmeyecekler mi? Fosforlu Cevriye zamanında ağlatmıştır ama şimdi sadece üzülürler sanırım. Zaten gerçek değil, derler. Gerçek nedir?
Fakir Baykurt’un özyaşam öyküsü sekiz cilt. Gerçekten de incelenmesi gereken ve zamanın köy hayatının köylüye verilen değerin, bugün geri verilmesi gerek.
Yayımlanma koşulları, yazarın konumu… Yazarın görevlerinin artışından duyulan endişe. Sadece yazmakla bitmiyor, parayla basmak da satmak da yazarın yeni konumu… Çok satar kitap yazmak… Hıım düşüneyim bakayım.
Yayınevlerinin durumu. Yeni konumu. Çalışanların görev paylaşımı. Hedeflerin yeniden gözden geçirilmesi.
Yıllar önce aynı okulda görev yaptığım genç edebiyat öğretmenin kulaklarını sık sık çınlatırım. Sözlerini anımsarım. “Birbirine kırdırmayın.” Ne güzel yazmış Suat Derviş hayatını özetlemiş. Dik duran bir kadın. Hiç öyle kolay kolay eğilir mi o baş onun hayatını anlamak için yazdığı romanlardan hayatını öğrenmeye çalışmakla. O eserleriyle büyüktür. Düşünceleriyle büyüktür, sustuklarıyla büyüktür. Romanlarında ördükleriyle.
Okuduklarımızı yazdıklarımızı konuştuk. Okumakla yazmak birlikte olduğu sürece geliştirir birbirini. Ben günlük diye tutturdum ama günlük dışında her şeye benzedi yani. Bu nedenle öğretmenimin önerdiği kitabı aldım bugün. Ece Ayhan, Başıbozuk Günceler. Eve gelince okumaya başladım. Anladım ki şiirlerinin temeli bu günlükler. Ne güzel demiş, postaneden eve dönerken bakkala borcunu ödemiş. “Yer yatak gök yorgan.” Başka söze gerek var mı? Okudukça altını çizdim cümlelerin, neredeyse sayfa boydan boya çizilecek. Olmaz böyle. Ne denli yalın anlatım, diyorsun ama yalınlığında gizli katmanlar. Bir şiir nasıl okunur belki buna da ışık tutar. Bu benim aklıma durup dururken girmedi elbette. Kitabı almak için girdim kitabevine. Şiir kitaplarının bulunduğu yere baktım. Ece Ayhan şiirlerini buldum ama günlükleri yok. Biraz ilerledim ve sordum. Yanıma geldi genç adam uzandı rafa. Gözümün hizasından aldı, uzattı. Beni tanıdılar, saçlarımın yeni kesimi yakışmış. Hay aksi. Derken aramızda sohbet başladı. Kaybolmayı severim oysa. Neyse olan oldu bir kere. Artık daha sık kitabevine girebilirim. Almadan bakarım, sayfaları karıştırırım. Üç dört haftada bir gelip toplu almak zorunda kalmam, oradan geçerken uğrarım. Raflar dolusu kitapların arasında olmak, bakmak, elime alıp incelemek beni mutlu ediyor. Şiir kitaplarıyla aram yok, herkes gibi şiir az okurum. Ama genç şiir üzerinde duruyor. Anlamaya çalışıyor. İşte o benim aklıma getirdi, Ece Ayhan günlükleriyle şiirleri nasıl? Okurken okurken anladım.
“Sınırlar geceleri ve imgelemde bir yanılsamayla genişler.”
“…çocuk da kulak konuğu…”
Başka cümleler de var ama hepsini alıntılayamam. Fakat bir alıntı daha yapacağım. Divan Şiiri üzerine konuşmalardan. İsmet Zeki Eyüpoğlu diyor ki, “Kadın toplum dışı bırakılmışsa. Divan Şiiri’nin suçu ne?” Arkadaşları arasındaki konuşmalar şiirsel olarak kaleme alınmış. Hep diyorum, yazmadan yazmayı öğrenemeyiz.
Genç yazmak istiyor, zamanın gelmesini bekliyor. Gelmez ki! Gidilir. Çok yükseklerde gözün olmayacak, yazmayı seviyorsan yolunda ilerlemek mutlu ediyorsa yürü.
Yürümek dedim ya, bir kitap öneriyor. Anlatı olduğu için alıyorum. Eve gelinde üç bölüm okuyorum. Tek oturuşta okumak gerek. Bu gece olmaz. Ama ne alacağımı yani nasıl okuyacak ve okumadan zevk alacağımı çözdüm. Yazmak yürümek yol almak.
Genç ne yazacağını bilmiyor. Çocuk kitabı. Ancak bunda yardımcı olabilirim. Kurgu diyor, düşünmeli diyor… Düşünmeden yazmalı diyorum. Öyle büyük öyküler değil, sıradan kahramanlar ve sıra dışı yaşamları. Yok ben bir süre daha çocuk öyküsü yazmayacağım. Günlük yazmak beni mutlu ediyor. Başıbozuk Günceler bunun için önemli. Nasıl yazmalıdan çok, ben ne yazıyorum onu öğreneceğim. Ne yazmaktan hoşlanıyorum ve beni mutlu ediyor bu önemli. Bu yol romana da uzar, denemeye de. Ama şimdi şunu yazacağım diye tutturmak… Kalıpları hiç sevmedim ki.
Deneme nasıl yazılır, diye soruyor. Onu öğrenilmesi gerekirmiş. İyi de amaç yazmaksa neden deneme diye sınır koyulur?
Yazıya nasıl başlanır?
Sürekli bunu farklı şekillerde anlatıyorum. Yani deneyimledikçe, gözlemledikçe değişiyor. Uzun hikâye aslında. Bir insan neden yazar? Bunu yazdıkça yazdıkça öğreniyor insan. Nasıl göreceğini, nasıl anlatacağını her gün yeniden fark ediyorsun. Ayrıntılanıyor. Yazarsın ve sonra istediğin şekilde geliştirirsin. Günlüklerde nasıl dizeler gizliyse, günlükle nasıl şiirsel yazılıyorsa öyle. Sonra bunlar şiirlerinin hamuru olur. Denemeyse denemelerinin ya da diğer alanların. Ama öyle büyük hedeflerde olmamalı bence. Yol güzel, son değil.
Eleştiri yazılarını okumayı seviyorum.
Böylece yazıda ağırlık kazanacak konu belirlenmiş oldu. O genç olduğu için yolu uzun, belki çok hızlı yol alır. Benim ise kısa. Üstelik daldan dala atlamayı seviyorum. Belki de hiçbir şey yazamayacağım.
Nasıl başlamalı?
Beni yaz, dedim. İçeri girişimden tut da konuşmalarımıza kadar. Kayıt alsaydık, diyerek ilk engel çıktı karşısına. Kayda gerek yok ki, yalan da yazabilirsin. Yazıda ne vermek istiyorsa yani. Düşünsene, bir kadın giriyor, şiir kitaplarının adlarına bakıyor dokunmadan sonra da bir kitap soruyor ama sorduğu kitap göz hizasında.
O kitabı özellikle görünür bir şekilde koymuş.
İşte benim dikkatsizliğimi ve dağınıklığımı anlıyoruz buradan. Ve senin o kitaba gösterdiğin özenin karşılığını alamaman… İki insanın gölgesi düşüyor yazıya. Farklı okumalar yapılıyor böylece.
Hiç böyle düşünmemiş. Ama yazdıkça düşüneceğini ve farklı pencereler açacağını söyledim mi? Yalan söylesem, söyledim desem ve söylemem gerekeni şimdi yazsam kim bilecek ki.
İnsan yazmaya nasıl başlar?
Öyle çok konuşursun ki sonunda seni anlamadıklarını fark edersin. Böylece daha az konuşur daha çok yazarsın. İnsanların aynı davranışlar ve sözler karşısında bir yere varamayınca yalanlarla uğraşmak yerine okur başka yalanları incelersin. İnanırsın da, çünkü o dünya başkadır ve inandığın gibi olmaz öyle diyen de çıkmaz. Özgürsündür artık. Her şeyi yazabilirsin.
Okumak…
Okursun okursun. Okumalarına ara verirsin, kendi hikayeni başka hikayeleri düşünürsün, cümlelerin altını çizersin, özetlersin… Yazmaya başlamışsındır. Derken yazmak okumak bir gider. Yorulursun okumaktan. Bilmediğin bir konuda, bilmediğin sözdizimlerinin olduğu kitapları okursun yazarın okur okursun dinlenmek için. O sana söz hakkı vermez. Sadece dinlemeni bekler. Onunla da konuşursun belki yıllar sonra ki bu muhteşem olmalı. Fakat işte o basamağa kadar kendini geliştirebilir misin, şüpheli orası. Manguel benim dinlenme, dinleme durağım. Bazen yaptıklarımın ve düşüncelerimin gölgesini görür gibi oluyorum ama ifade edemiyorum. Böyle güzel. Olduğu gibi kalsın. Onunla sohbet etsem sonra bir başkasını dinlemeye başlayacağım. Zaten Manguel’in dünyası öyle zengin ki, sadece onun kitaplarını okumak ve uzandığı diğer kitapları okumak bir okur için bir ömür sürer.
Üç hafta sonra tekrar gideceğim. Yazacağından emin değil. Olsun, yine de gidip soracağım. Burada desem ki, yazmak istiyor ama kendine güven duymuyor daha fazla okuması gerektiğini düşüyor… Böyle uzatıp gitsem işte o zaman ona haksızlık yapmış olurum. Yani ben yazacağından eminim. Neden olumlu yazmayayım? Yazacağını düşünüyorum.
Benimle olan konuşmalarını, aldığım kitapları, önerdiği ve hakkında konuştuğu kitapları yazmalı. Benim dinlemem ve söylediklerim. Acaba onun da dikkatini çekti mi, onun söylediği kitapları çok uzun zaman önce okumuştum ama şimdi söyleyeceğim bir söz bulamıyorum. Yeniden okumam gerekecek. Peki onun da unuttuğu kitaplar var mı? Yazmak unutmamak için ve dönüp anımsamak için okumak değil midir?
Aklında kalan ben, eminim ki kurgu olacak, onda bıraktığım gölge. Eğer yazarsa ve yazdıklarımızı karşılaştırırsak, ne kadar yalancı olduğumuzu görecek ve güleceğiz. Gerçek nerede gizlidir?
Bugün az okudum çok yazdım. Hep bugünkü gerçek diye tutturabileceğimiz konuşmalar yüzündendir.
İlk yazdığım sınıf günlüklerimi düşünüyorum. Gerçeğe bağlı kalacağım diye ne zorluklar yaşamıştım, hatta kasete bile almıştım konuşmaları. Şimdi şimdi öğreniyorum yalan yazmayı. Yazmayı öğrenmek okumayı çözdükten sonra başlıyor ilkokul sıralarında. Genelde böyle.
Bugün zorlayarak, gerçekliğin içine sızmaya çalıştım. Gün çoktan bitti. Oysa ben başka şeyler yazmayı düşünüyordum. Unuttum. Ne yazacağımı da unuttum. Bazen yazmaya oturunca yazmak istediklerini unutup yazmak çalakalem, insanı mutlu eder.
Bir başka kitabevine girdim. Dergilere baktım. Gençlerin neler yazdıklarını merak ediyorum ama dinlemekte zorlanıyorum. Çok kötüyüm. Onları dinleme zamanı gelmedi mi? Anlamak için dinlemek.
Bir dergi aldım. Okuyacağım.
Bir yanıt bırakın