MEKTUPLAR -35-

MEKTUPLAR -35-

29 Kasım 2018

Sevgili Lili,

Bugün gün erken başladı. Yani bana göre. Geldin. Dinledim. Konuşacak kadar bir şey bilmiyordum bu nedenle susuyordum. Anlattıkların ise bana birçok üçüncü sayfa haberlerini anımsatıyordu. Sen de farkında olmalıydın ki susmam gerektiğini düşünüyordum.

Sana yazdığım son mektubu okudun. Dinledim. Biraz, bana da yazılmış bir mektup gibi dinledim. Okuduklarım yarım kalmıştı, sana anlatmak istesem de söyleyecek söz bulamıyordum. Örnek aldığım bir paragraf olmuştu. Şimdi  nasıl söylemeliydim ki sen söylemediklerimi çıkarabilmeliydin. “Yer yatak gök yorgan” dedik birlikte. Sonra aklıma geldi, sana temiz çarşaf, bir yastık ve battaniye getirdim. Koltukların üzerinde geziyor ya kedi, alerjini tetiklemesin diye. Ne yer yataktı ne de gök yorgan. Şanslıydık. Bak bu cümleyi ardı ardına koymaktaki amacım buydu, biz birçok kadından daha iyi durumdaydık. Senin defalarca söylediğin de buydu.

Kahvaltıdan sonra gözlerim kapanmak üzereydi, git biraz yat dedin. Seni yalnız bıraktım, gittim. Kedi senden korktuğu için yatak odasına girdi saklandı. Sen kediden korkuyorsun, kedi  senden korkuyor. Yorganın altına saklanmış, ben gelince ayak ucuma geçti. Uyumuşum. Rüyama girdiğinde beni uyandırmaya geldin. Kalktım şaşkınlıkla. Çünkü rüyamdan senin de bir köpeğin vardı ve sana ona nasıl bakacağını anlatıyordum. Dedim ki, zihnim oyun oynadı, kalkmadan seninle konuşuyordum, yani kalkmamı gerektirecek bir neden yoktu.

Salona geldim. Kitap okumuşsun, okuduğum sayfaları gösterdin ve o kadar hızlı okumana şaşırdım. Biraz konuştuk. Telefonlarımız çaldı, konuşmalarımızı kısa tuttuk. Okuyalım dedin, merak ettim ne olacak. Sen de oku biraz, dedin.

Ne okuyacağım? Yarım kalan kitapları okumak istemiyorum. Okumaya başlarsam elimden bırakamam. Ben de kısa bölümlerden oluşan Manguel’in Merak adını verdiği ya da bu kelimeyle çevrilen  iç kitabını elime aldım. Koltuğuma yerleştim. Kendimi metnin içinde buldum, sessizce dinledim, izledim satırları. Kitaplarını başucu yaptığım  yazarım. Altını çizmeden okuyorum, ikinci okumada çizeceğim.

Oturduk konuştuk. Dingin bir ortam. Böyle bir ortam nasıl olumsuz düşüncelerle haberler bozulabilirdi ki? Bozmadık işte. Meyve yedik, çay içtik. Tekrar kitaplarımıza döndük.

Konuştuk. Okumalara ara verdikçe konuştuk. Sana kitap önerisinde bulunmayacağımı söyledim. Sen seçmeliydin. Merak ettiğin bir kitap olmalıydı. Artık ben de önerilen kitapları okumuyorum, diyemeyeceğim. Bazı öneriler alıyorum, benim merak ettiğimi düşündükleri konularla ilgili oluyor.

Sordun ne okuyorum? Aşkım Manguel’den. Eski aşkına ne oldu? O benimle konuşmuştu,  beni dinlemişti. Hiç de düşündüğü kadın değildim. Bunu anlatmaya çalışıyordum. Şimdi ne oldu? Anlatmaktan vazgeçtim. Dinlemek istiyorum. Yorum yapamamak… Derken sana Manguel’den okuduklarımdan anladığımı söylerken buldum kendimi de kendime şaştım. Evet bu bir özetti. Oysa özetleri hiç sevmem. Demek ki anlamıştım okuduklarımı. Sadece onun anlattıklarına kendi hikâyelerimle örtüştürememiştim. Bana çok yabancıydı. Onun bir kitabını gösterdim, bir oturuşta bitecek bir kitap ve tarihin tozlu sayfalarına gönderilen diktatörler ve yandaşları. Bir başka gerçeklik vardı ve bunun gerçek olduğuna birçok kişi inanmadığı için gerçeklik olarak anılmaktan çok başkasını ve mücadelesini anlama çabasından öteye gitmiyordu. Evinde yatakta, üstünde yorganla tok karnına içtiği kırmızı şarapla mutlu olup uzanan birilerinden değildi ama öyle olmasını istiyordu. Yer yatak gök yorgan olanlar da aynı koşullarda herkesin yaşaması için maddi kazançlarının azalmasını istiyordu. Oysa emekçilerin verdiği eşit ücret talepleri için verdikleri mücadelelerine destek vermek bir yana onlardan da habersizlerdi. Habersiz ya da  haberlerle haberlenenler birbirlerinden.

Salon sıcak. Elimizde kitaplar. Okuduğum gerçek hikâyelerle benzerlik gösteren, birçok kişinin belki de herkesin kendisini içinde bulacağı roman. Ne demişti genç kadın, bana yakın olmalı, içinde ben de olmalıyım.  Öyle kitapları okumak istiyormuş. Ben sıkıldım artık böyle olmasında. Nasıl anlatıldığı önemli diyerek… Sana söyledim, çok zaman yok okumak için. Biraz geç kalındı. Ne yazdığımın bile önemi yok. Denemeymiş, günlükmüş, eleştiri ve kitap tanıtımıymış… Önemli olan yazmak. Ve okumak. Başka başka pencereleri aralamak. Kapılar diyemiyorum çünkü o kapıların ardında nasıl bir dünya ile karşılaşacağımızı bilmiyoruz. Pencereler ise dışarıdaki dünyaya gerçeklere baktığı için yerinden sığınağından alışkanlıkların ayrılmana gerek kalmıyor. Kapıların ardında kimler var? Zamanında bunu öyküleştirmiştim ve masallara açılıyordu her bir kapı. Değiştirilmeyi bekleyen masallardı ve değiştirmeyi başarmıştım ama basılmasında başarılı olamadım ve çöpe attım.

Yazmak istediğim bir şey yok yazmak eylemi yeterli bence. Şimdi sana yazmak istediğim gibi. Ben diyeyim mektup sen de bir başka ad koy.

Yemekten sonra gittin. Sen uyudun, şimdi geç saate kadar oturursun, dedin. Okumayacağım. Mutluyum böyle. Yazmayacağım da. Yazmak istediğim bir şey de yok. Her şey boş. Hiç.

Ben de Kendine Tapan Kadın’a kaldığım yerden devam ettim.

Bugün sonunda geç bir saatte yatmak yerine  Kendine Ait Bir Oda’yı okumaya başladım. Okuduktan sonra oluyor ya ne olursa öyle oldu işte. Bu kitaptan bir bölüm okudum veee…

Yıllar önce, beş yıldan fazla oluyor, kitabı defalarca okumuş bir tanıtım yazısı yazmıştım. Tamamen kadınların kendilerine ait bir odaları olması gerektiğine odaklanmıştım. Çok anlaşılır bir yazıydı bence. Kadınların üniversite binalarına ve kütüphaneye alınmadığı zamanlar çok geride kalmıştı. Woolf’dan şanslıydık yani. Ekonomik özgürlüğümüz vardı çalışıyorduk, bir koltuğumuz vardı, bir mutfağımız vardı. Başka ne istenebilirdi ki? Geziyor, bir yerde yemek yiyebiliyorduk. Kazandıklarımızı harcıyorduk, biriktirecek kadar kazanamasak da bize yetiyordu.

Bir bölüm bitti ve daha önce anlatılanları anlamamış olduğumu fark ettim. Yeniden kaleme alınmalıydı bu konu. Birçok kadının bir odası olduğu gibi, bir evi olanları da vardı. Şekil A’da görüldüğü gibi. Senin de şekil B de olduğu gibi olsun.  Değişen bir şey olmamış Lili. Sadece var olanların üzerine hayaller serpilmiş. Bunun büyük bölümünü elbette aşk masalları kapsıyor.

Aşk var mı sence?

Elbette var.

Yok. Yani yokmuş.

Hani aşıktın Zambra’ya?

Ona yanıt vermek içindi, sadece beni konuşmaya teşvik ettiği içindi. Beni dinleyecekti. Beni olduğum gibi kabul edecekti. Düştüğüm tuzakları anlatacaktı. Beni bir erkek çocuğunu yetiştirir gibi…

Ama şimdi de Manguel var.

Yok, o aşk değil. Onu dinlemeyi seviyorum. O açıklıyor ve pencereleri gösteriyor. Yürüyorum, pencereyi açıyorum. Romanlara hikâyelere açılıyor. Birçoğunu okumadım ama olsun. Ben de kendi dünyamı anlamaya çalışıyorum.

Kadınlar…

Sana birçok kitap çıkardım. Okunacak kadın yazarlardan romanlar. Çok kalın buldun kitapları. Baktım, okuyup yazarak ancak bir ayda bitebilirdi ama yanında başka kitapların da okunması gerekiyordu. Okunması gereken kitapları gösterdim. Bunlar bir pınardı, denizi düşünürsen ya da maden ocağıydı. Yok maden ocağı benzetmesini sevmedim, altın, elmas… Bunlar kadınlara taşıtmak için kadınlara verilen değerin ederleriydi. Kendi oyunlarının süslü sehpaları. Ye, iç, yat… Yemek, içmek, yatmak. Vay, ne anlam çıkıyor ama. Böyle olacağını yazarken düşünmemiştim. Yazmak böyle bir şey Lili.

Lili, mektubum çok uzun oldu. Kendine Ait Bir Oda ile ilgili yazmaya bir başka mektuba bırakacağım.

Sen gidince kedi çıkıp geldi yanıma. Kitaplar masada. Kedi koltuğunda. Ben koltuğumda.

Sana yazacağım. Belki bu gece devam ederim.

Sevgiler.

 

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*