GÜNLÜKLER – 24 Mart 2020

GÜNLÜKLER – 24 Mart 2020

Kalktığımda saate bakmadım bile. Evden çıkmayacağım için ve dışarıda zaman durduğu için saate gereksinmem yok. Böyle düşünüyorum. Balkonda oturdum, yoldan geçen maskeli insanların ardından baktım. Dışarıda yoğun bir çim kokusu vardı. Evin ön bahçesindeki otlar, ot biçme makinesiyle biçilmiş. Ot kokusunu seviyorum.

Gün içinde soğuk espriler yapmaktan kendimi alamadım. Haberleri izledikten sonra ister istemez, izleyicilere ilginç bir şeyler gösterdiklerine inananların seçtiği karelerden sonra beklenen tepkileri vermiş olmalıydım. Sokağa çıkma yasağı nedeniyle, çatıya çıkmış seksenli bir adamın fotoğrafı. Herkes kendinde olan parçalarla yorumlar kurgular bu kareyi. Ama parçaları olmayanlar genellikle haberlerin içindeki sözcüklerle kurar cümlelerini ve kurgularlar. Ev içi şiddetin artığı da haber oldu.

Kocaman bahçeye balkondan baktım. Henüz sıkılmadım. Telefon görüşmelerinde neşem yerindeydi. Hatta akşam geç saatlerde bir çocuk öyküsüne bile başlamıştım. Sonra yazmaya ara verdim ve okumaya devam ettim. Şimdi okumaya ara verdim. Bu kitap bitinceye kadar yazı yazamayabilirim. İki günde bitirebilirsem iyi. İsyanım, okumamı kesintiye uğratıyor. Belki de şimdi bu gece okuyup bitirmeliyim. Sonra da…

Bestseller roman yazacağım, hem de seninle konuşurken diğer yandan da tıkır tıkır yazacağım aşk romanını, dedim. Şimdilik kendim için, bir bahçenin içinden, kentin hayaletini yazıyorum.

İlkokul beşinci sınıf öğrencileriydi. Dördünün de boyu benim boyumdan uzundu. İçlerinden biri benim öğrencimdi, Y. Onun diğer çocuklarla birlikte olmasını istemiyordum. Bu nedenle benden her istediğini yapıyordum. Sınıfta en ön sırada oturmak istemişti. Kabul etmiş, onu sınıfta pencere kenarındaki yere tek başına oturtmuştum. Daha doğrusu birisiyle oturuyordu ama konuştuğu için tek başına oturmasını söylemiştim. Kibarca söylemiştim. Dersi dinlese de yapamıyordu. Sınavlarda ip ucu veriyordum ama o doğru dürüst yazmasını bile beceremiyordu. Onu mezun edecektim. Tek istediğim arkadaşlarıyla kavga etmemesiydi. Her şey yolunda giderken diğer sınıftaki çocuklar kanına girdiler. Bana karşı çıkmaya başladı. Ardından dört kişi oldular ve beni sürekli izlemeye başladılar. Ağızlarında sakız çiğniyorlar sonra da arkama geçip saçıma atıyorlardı. Arkama dönüp bakmadan saçımdan sakızı alıyordum. Başımı çevirince de sırıtışlarını görüyordum. Üzerimde bir pantolon bir kazak olurdu. Etek olsaydı sanırım ilk başlarda anlardım bakışlarındaki anlamı. Anlamıyordum. Diklenmiyor, üzerlerine yürümüyordum. Her an üzerime yürüyeceklerinden kuşkum yoktu. Kaçamazdım da. Sadece dimdik duruyor, bekliyordum. Onlar da aramızdaki mesafeyi koruyarak bekliyorlar sırıtıyorlardı. Gizli bir dil. Beden dili. Küfretmeyi becerebilseydim küfrederdim arkalarından belki. Bilmediğim iyiydi. Kibar, nazik davranmak dışında bir dil bilmiyordum. Kahretsin başka dil bilmiyorum. Bileğimin gücüne güvenmiyorum. Sözcüklerin gücü de buraya kadarmış. Dört ay idare ettim. Her şey bir anda bozuldu. Arkamdan küfrettiklerini işitebiliyordum. Lanet olsun. Tek istediğim kimseye zarar vermemeleri. Bir kadın öğretmenin arabasının lastiklerini kestiler. Neyse ki araca binmeden fark etti. İki tekeri kesilmiş. Ben de böyle bir şeyi bana yapmalarını bekliyordum. Daha da bekledim. Arabaya binmeden önce tekerleklere bakıyordum. Eğer fark etmezsem ve yolda lastiklerin havası inerse kaza yapabilirim. Zaten bir kaza geçmişim var.

Bu kazada ben suçlu değilim. Sarı ışık yandığında durmak zorunda kaldım çünkü önümden bir araç yan yoldan çıkmış geçiyordu. İşte tam bu sırada arkamdaki araç arkadan bana çarptı. Ben de durduğum halde tüm hızla önümde geçmekte olan araca yandan çarptım. Arabamın şekli değişti. Küçük bir kaza değildi. Masraf çoktu.

Arabamın tekerleklerine öğrenciler zarar vermedi. Ama daha sonra apartmanın penceresiz olan tarafına park ediyordum. Bu da bir marketin yanı oluyordu. Market sahibi tekerin altına çivi yerleştirmiş. Lastiğin havası hemen indi. Bu iki kez oldu.

İnsan ne yaşarsa oymuş. Ben artık yaşamıyorum sanırım. Dışarıyla olan tüm ilişkimi kestim. Haberleri izliyorum. Haberlerde salgın hastalık dışında pek bir şey yok. Kim bilir bu arada neler olup bitiyor. Hiçbir şeyden haberim yok. Kitap okuyorum ya. İşte ben de okuduğum romanlardaki gibi yaşıyor ve anımsıyorum. Lanet olsun. Küfretsem sokağa çıkıp, acaba sahnede söylenen küfürden sonra güldükleri gibi gülerler mi bana da? Sanmam. Bir kadının ağzında hiç de yakışık olmaz. Bir gün dükkana gittim tamirat işi verecektim. Adamın hikayesini dinlemek zorunda kaldım. Okuyamamış çünkü ailesi okutmamış. Okusaymış başka olurmuş. Belki profesör olabilirmiş. Televizyonda haberler veriliyordu. Bir yandan haberleri izliyor.  Yorumlar yapıyor. “O ne güzel, iki baş kaldır dışarı bak, bir baş eğ iş yap.” Dışarı bakmadan işini yapsa daha hızlı iş yapar. Bu konuşma tarzım onu rahatlatıyor. “Sen de insafsız davranıyorsun,” diyor ve başlıyor senli benli konuşmaya. Ona mesleğimi söylemiyorum. Okusaydı neler yapabileceğini anlatmaya devam ediyor. “Borcum ne olacak?” diye soruyorum. Eline makas alma bedeli iğne alma bedeliyle aynı. “Sen de çok istedin ama,” diyorum. Duruyor, başını kaldırıyor dışarı bakıyor, düşünüyor “Çok değil aslında,” diyor. “Başka yerde yarı fiyatına,” diyorum. “Eee…” diyor. “Mahalleye göre değil mi?”

Kuşlar ötmeye başladı. Ne güzel diyebilirim ne de çirkin. İnsanın içindeki neyse o. Lanet olsun. Yine aynı şey oldu.

Aklıma saçıma sakız atan çocuklar geldi. Onlara zarar vermediğimi düşünmüştüm. Bana neden zarar vermek istiyorlardı ki.

Sokaklarda dilenen çocukları gördüm. Yarı çıplak çocukların kadınların kucaklarında uyuduğunu gördüm. Kadının önünde kirli bir mendil olurdu. Bazen de kutu bulunurdu. Özellikle üst geçitlerde otururlardı.

Arabayla eve dönerken her gün aynı yerde aracın camlarına silecekleriyle ve sabunlu su bulunan şişeleriyle birileri beklerdi. Kırmızı ışık yandığında araçların önüne atlarlardı. Çok kızardım. Neredeyse her gün bir lira bırakmak zorunda bırakıyorlardı. “Yeter artık. Her gün buradan geçiyorum. Her geçişimde para mı vermek zorunda mıyım?” Sadece ona çıkardı sesim de yeter diyebilirdim. Öyle de yapmıştım. Başka yol olsa yolumu değiştirirdim ama lanet olsun yol yok, başka ülke yok.

Okuduğum romanı bir an önce bitirmem gerekiyor. Lanet olsun. Bu salgın da nereden çıktı şimdi. Evde yavaş yavaş sıkılmaya başlayacağız. Okumanın yazmanın dışında bir şeyler yapmalı.

Yeni bir çocuk öyküsüne başladım. Kısa bir öykü olacak. Üçte birini yazdım. Okuduğum romana ara mı versem. Böyle gidiş öyküyü de bozacağım. Ne güzel bir doğa öyküsü yazmaya başlamıştım. Bazen ne kadar kötüysem o kadar iyi bir öykü yazabiliyorum. Belki öyle olur. Burada vampirlere lanetler okurken, diğer tarafta kelebekler, çiçekler ve mevsimler dolanabilir.  Yazdığım dört sayfalık öyküyü annemin telefonuna gönderdim. O kalktığında ben uyuyor olacağım. Ona sürpriz olmasını istiyorum. Çünkü resimlerini onun yapmasını istiyorum. Evde kalmaktan sıkılmayız en azından.

Güzel şeyler güzel de. Lanet olsun diğer şeylere. Anımsadıklarımdan sorumlu değilim. Yazdıklarımdan da sorumlu olamam bu durumda. En iyisi çocuklara yazmak. İyi iyi iyi… Hep iyiler kazanır. Nedense gerçek hayatta, iyiler her zaman kötü bir şekilde erkenden ölürler, öldürülürler. Bunu elbette çocuklardan gizliyorum.

“Gelinciğin Rüyası” öyküsünde yaz mevsimini yazdım. Annem resimlerini yağlıboya ile yapacak. Bu bahçenin kısa bir öyküsünü yazmaya çalışıyorum. Doğayı tanımayan çocuklar için. Annemle birlikte, bu bahçeyi gelinciğin rüyasına alıyorum.

Uyuma zamanı… Rüyalar görülecek. Gelincik mi yoksa… Yoksa kitaplarımı okuyamayacak çocuklar mı rüyama girecek?

 

 

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*