GÜNLÜKLER – 13 Kasım 2019
Anlattığımız ‘biz’ ise, bunu bile bile ne anlatılır ki. Bugün olan bir olayı anlatsam… Aslında bunu sonraya bırakmamam gerekiyor. Çünkü zaman geçtikçe anlattığım ‘bugün’ ile hiç ilgisi olmayacak. Ortaya bambaşka bir şey çıkacak.
Bugün unutacağımı bile bile okuduklarımın altını çizdim. Yaşadıklarıma etkilerini düşündüm. Yıllar önce okumaya çalışmışım, altını çizerek okumuşum. Şimdi yeni baştan okuyorum. Şaşırıyorum. Ben unutmuşum diyorum, ama belleğimin sezgiler düzeyinde etkilediğini yine fark ettim. Başka hikayeler anlatma çabasından hiç vazgeçmedim. Herkesin anlattığının dışında, birbirimize anlattıklarımız dışında nasıl hikaye edilir; eldeki malzemelerle?
Her zaman uç noktalar anlatılır. Herkesin bildiğini anlatsan dinleyeni olmaz. Sonunda tarih geldi dayandı herkesin bildiği yere. Sahneden tarih de çekilmek üzere. İnsanlar nasıl yaşıyor, sorusunun yanıtını yaşayan insanlardan dinleyerek yanıt vermeye çalışıyoruz. Kurgular da artık gerçekliğini yitirmek üzere.
Bir masal dünyası da olabilirdi yaşadığımız gerçeklik. Bu bir başka kelimeyle de günümüzde açıklandığından eminim ama ben henüz okumadım ya da unuttum yine.
Yazmanın kısa bir yolu olmalı. Öğretilmeli. Bunu hep istedim. Sanırım böyle bir kısa yol yok. Umut taşımıyorum artık. Okumanın tek başına yapıldığını, unutulmayanların ışığında kişinin süzgecinden geçtiğini ve yazıya yansıdığını yeni baştan deneyimledim. Bu kaçıncı?..
Kedi bile aynı şekilde davranmıyor. Daracık yaşam alanında her gün yeni bir şeylerin farkına vardığını hissediyorum. Her defasında şaşırıyorum.
Romanları, öyküleri donatımlarımızla yeni baştan dünyaya atıyoruz. Herkes için farklı bir dünya sunuyor. Her okumada dünyamız da değişiyor. Yanlış anlamalarla karşılaşıyorum. Bütün bu değişimi destekleyen ne yazık ki kurgular olmuyor. Okuduğum inceleme ve araştırma kitapları etkili oluyor bu değişimde. Çünkü hakikatleri yazmak onlara düşüyor, kurgulamak da yazarlara. Ya da yaşayanlara… Bu nedenle her gün yeni bir hikaye yazabiliyorum dün üzerine. Yeni düzenleme yapıyorum, hakikatlerin ışığında verdiğim gerçeklere; gerekse de masallarıma. Ben yalnızca anımsadıklarım değilim. Kurguladığım sürece hayatım değişiyor. Okumanın ve yazmanın büyüsü. Yaşamımı büyüleyen sözcükler. Geçmişteki anlatıların zenginliği. Açıklanan gerçeklikler ve hakikatler. Kalemle geçmiş kazılıyor ve yeni bilgilerin ışığında değişim gösteriyor. Sevgili Freud! Gerçeklere fırlatan adam. Değişimi zorlayan yaşatılanlar.
Bir romanı yeni baştan yazıp bambaşka bir dünya anlatabilirsin. Bir hikayeyi de öyle. Ama günlükleri yeni baştan yazamazsın. Yaşadığın an anımsadığın şeydir. Anımsadığını ise yarın unutmaya mahkumsun. Dün ne yaptın?
Dört arkadaştık. Bir ara öyle çok güldük ki. Eve gelince yazmayı düşünmüştüm. Yazamadım. Unuttum. Özellikle komik olan şeyler hemen unutulmaya mahkum. Bir sözcük dizimi gülme nedeni. Bir yanlış anlama. Bir diğerinin gülüşü ve çıkardığı anlam. Hatta anlamama. Abartma, bile isteye. Hiç de komik olmayan. Kara mizah ya da. Kayda alsaydım keşke dedim ayrılma saatinde. Birimiz sigarayı on saattir bırakmıştı. Birimiz ev işi yapmaktan yorgun düşmüştü. Diğerimiz uykusuz kalmıştı. Aramızdaki dördüncü kişi olmasa belki de hiç komik olmayacaktı paylaşımlarımız. Çünkü o farkında olanımız, dikkat çekenimizdi ve bahanesi yoktu.
‘Iskarta Hayatlar’ kitabını okumaya başladım. Zygmunt Bauman’ın kitabı. Korkularımı dile getirmesi ve benim okumamın zamanlanması harikaydı. Başka şeyler yazmak gerek. Neden korktuğunu bilmek, korkuyu dönüştürebilmek için ilk adım. Ya bununla birlikte ele aldığım kitap için ne demeli: “Bizi Biz Yapan Hikayeler” Bir başka kitap da “Travmatize Toplum”. Bu aralar kurgu kitap okumayı istemiyorum. Ama kurgu yazmaya devam. Kurgu önceden düşünüldüğü için unutulması biraz güç. Bir olay bir hikaye vardır. Oysa diğer kitapların anlaşılması için bir hikayeye gereksinimi vardır. İşte günlükler de öyle. Anlaşılır olması için hikaye gerekiyor. Hikaye olmayınca da günlük olarak bir daha anımsanmayacak. Ama sezgisel olarak diye sanılarak kurguda yer alacak. Yaratıcılık iş başına.
Hikayeni yazmak için dön başa ve yeni baştan başla yazmaya. Neyse ki şu ara yeni bir masal yazmaya çalışıyorum. Ne yazık ki mi demeliyim yoksa çok şanslı olduğumu mu düşünmeliyim; kurgusu, yazınlardaki dünyalara daha yakın. Bir kadının hikayesi. Anlatanı, kurgulayanı, kahramanı aynı kişi.
Yazdıkça yazıyoruz, okudukça yazdıklarımızı çözümlüyoruz. Ben bunu anlatmak istemiyordum, diyor sil baştan yazıyoruz. Keşke yıllar önce başlasaydı, yazınla kurduğum dostluk. Geç kalmışlık duygusu. Gerçeklerden kaçtığımın doğru olamadığını ispatlamak için gerçekleri yazma çabam… Boşuna geçmiş bir zaman. Belki eğitimci olarak çalışmasaydım ve hayvanlarla yakın ilişkim olmasaydım bugünü de ıskalayacaktım. Düş satıcısı. Çocuklara ve hayvanlara. Bir de doğa.
Çocukluğumda ben de üşüdüm, çalıştım doğada. Ama doğaya düşman olacak bir şey yaşamadım. Yabancı otları sökerken bile üzüldüm. Karıncaları ezmemek için uğraştım, ekmek kırıntılarını paylaştım. Bu da kurgu mu yoksa? Kurgu olan bir şey varsa o da doğadan çok şey öğrendiğim. İnsan değerlerini onlara yapıştırmaya başladığımda ve bunu yazdıktan sonra fark ettiğimde okumayı yazmayı yeni çözmüştüm. Yedi yaşım. Rüzgarı rüzgar gibi nasıl düşüneceğimi düşündüm. Düşen yaprak için ölüm düşüncesiyle üzüldüğüm ve yeniden doğum sil baştan başlamak için baharı bekleyişim. Kış uykusu. Yaz güneşi. Sonbahar hüznü. Bahar neşesi. Sonra evcil hayvanların baş kaldırışı evcilleştirilmiş yaşamlarına. Pavlov’a ne kadar çok kızdım. Bir köpeğe yaptıkları için. Sonra bu eğitimi örnek veren eğitimcilere…
Hikayeleri yeniden çözümlenmem için başka kitapları okumam ve hikayeleri yeni baştan okumam gerek. Bir insan ömrüne bunca kitabın sığması olanaksız. Yurdumdaki tarihi mekanlara merak salmaya başladım. Yaşamlarının, üzerimdeki tozlarını görebilmek için.
Yapılacak çok şey var. İtirazım var birçok şeye. Bu itirazlarımın dayanacak bir desteği artık var. Yani yavaş yavaş oluyor. Gerçeklerle bu hakikatleri verme şansım yok, bu nedenle masallara devam.
Bugünkü günlüğe bir hikaye bulmalı ama bulamıyorum. Anılar bir ırmak gibi akıyor, ele avuca gelmiyor, ellerim ıslanıyor. Yok burada benzetme yapmadım, yani eğlenerek yazıyorum. Gerçeklerin gözünün içine, gözümü bile kırpmadan bakabiliyorum bu gece.
İnsan okudukça kendini geliştiriyor. Yazmanın öğretilmesi olanaksız. Çünkü yazma eylemi her anlamda tek başına yapılan bir eylem. Okumak gibi. Bu nedenle olsa gerek artık eleştiri ya da çözümleme de az yapılıyor. Okur yazar tek başına. Okur yazarı da öldürecekler bir gün de bakalım bunu nasıl yapacaklar. Belki de düşçü olduklarına inandırılacaklar. Neyse ki günlüklere bir bahane bulmaları olanaksız; en azından şimdilik. Günlük gün sonu raporu gibidir. Aldıklarını Z raporu ile çıkarırsın. Arşivlersin. İstenmediği sürece yok ortalıkta ve zamanı dolduğunda atılacak.
Bitti.
Nerminciğim yazdıkça kalemin güzelleşmiş. Kısa ve hareketli cümlelerini çok seviyorum. Hiç yormuyor. Okurken zıpır zıpır, neşeli bir şekilde yürüyormuş gibi hissediyorum kendimi.
Haticeciğim çok teşekkür ederim. Ben de senin yazılarını okumayı seviyorum. Yol aynı yol.