GÜNLÜKLER – 14 Kasım 2019
Zadie Smith, NW Londra; Everest Yayınları, 1. Basım 2014 (s.367)
Bu romanı bugün bitirdiğim Iskarta Hayatlar (Z.Bauman) adlı inceleme kitabından sonra bazı noktalarını da anladım. Modern ülkelerin postmodernizmle geldikleri nokta. İnceleme kitabının üzerinde durduğu yaşamların hikayesi böyle bir şey olmalı. Bizim ülkemizde…
Modernizm yaşandı da postmodernizme geçildi mi bilmem. Batı’nın gerisinden ilerliyorduk. Günümüzde bir anda yaşanan kopuklukla şaşkınlık korku ve kaygı içinde ne yaşadığımızı bilemeden, ne yapabileceğimizi bilemez duruma düştük. Panik, şok… Hep söylendiği gibi kısaca sosyoekonomik ve kültürel yapının bir anda alt üst oluşu. Sermayenin el değişimi. Üretimin desteklenmemesi. İş yerlerinde mobing uygulamaları. İşsizlik. Açlık sınırında süren yaşam… Gözlerimizin önünde eriyen insanlar. Göçmenlik ve mülteciler sorunu. Savaş. Terör. Şiddet, cinayet, intihar… Gençlere inanabilecekleri bir şeyler söyleyecek durumda değiliz. Geleceğe ve şimdiye güvensizlik. Geçmişteki yaşadıkları gerçekler. Bizim kuşak daha mı şanslıydı ne? Yalnızca içinde yaşadığımız yanlış gördüğümüz geleneklere karşı direnme vardı. İşsizlik daha azdı. Çalışınca başarabilirdin. Ya da buna inandırılmıştı başarılı olan kesim. Kendileri gibi aynı yoldan çıkış yolu bulabileceklerdi ki… Bir anda her şey alt üst oldu. Geleceği tahayyül edemiyordum ama Batı’da yaşananları okudukça, gelişmemiş ülkeler içinde bize biçilen yaşam biçimini anlayabiliyor insan. Çözüm yok, yalnızız. Eskiden olduğu gibi büyük aile dayanışması hemen hemen imkansızlaştı.
Haberlerle pompalanan korku. Her yerde artık ilk sayfalarda bile yer alır oldu üçüncü sayfa haberleri. Üstelik Batı’dan da pompalanıyor. Hiçbir yerin güvenli olmadığı ve istenilmediğimiz… Gelişmemiş ülkelerden kendilerinin yapmak istemediği işler için eskiden olduğu gibi işe alış yok. Yuvaya dönme zamanı ve nostalji… Hâlâ birbirimizi yemekle meşgulüz, bir arada yaşama şansımızı aşkı kaybediyoruz. Çünkü aşkın olmadığını anladık. Ya da aşkın olduğunu ve olmasıyla bitmesinin bir anda olduğunu yaşadık.
Sıradan insanların romanlarının böyle bir alanda geliştiğini anlayabiliyorum. Zadie Smith’in bu romanını sanırım bize de tanıdık geldiğini düşünüyorum. Başka inceleme araştırma yazılarını okudukça başka şeyleri de fark edeceğime inanıyorum. Yalnızca roman okumak yeterli değil. Romanın geçtiği kaygan zemini okuyabilmeli ve inandırıldığımız gerçeklerin onların gerçekleri olduğunu anlayabilmeli. Ben yalnızca şanslıydım. Yani bir zamanlar. İnandım. İnanmıştım yani yalanlara.
Keşke bir roman bir gecede yazılabilseydi. Öyle hızlı gelişiyor ki her şey, bir bakıyorsun gündem dışı kalmış oluyor, başka şeyler görüyorsun. Ayrıntılar.
Hayalleri olanları umutları olanları bekleyenleri kıskanıyorum.
Romanı okuduktan sonra şunları yazmışım.
Çok etkileyeceği bir roman. Cümle dizilişleri çok farklı okumakta zorlandım. Demek ki çevirisi de zor oldu. Bizim kullandığımız cümle dizilişleri değil.
Gerçekleri çok iyi vermiş. İlk başlarda film gibi sadece görüntüler yazılmıştı. Sonra hikaye başladı. Sonra da anlatıcı iki kadın karakter üzerinden düşünceleri de anlatılarak devam etti. Telefon mesajları bile bir bölüm oluşturuyor.
Bir bölümde numaralanmış ve başlıklı yarım paragraf ya da bir iki cümleli bölümler yer alıyor. Her durumda olayların gelişimiyle başarının nasıl da yanıltıcı olduğu işleniyor. Bir arayış mı, başarının sorunları mı? Başarmak yaşamak mı? Para?..
İlk başlarda cümle yapıları ve anlatı üzerine odaklandım. Ama sonra olayları merakla okumaya başladım. İki günde bitti kitap.
Çok şey yazmam gerekirdi. Düşünce atlayışları, notalji ve geçmiş anılar ve yıllar içinde anıların farklı bir şekilde yorumlanışı.
Ne biliyoruz ki başkaları hakkında?
Kaç kelime biliyorlar ki düşüncelerini kendi bildiğimiz kelimeler yardımıyla cümleler kuruyoruz?
Anlattığı yoksul bir semtte yaşayan zenciler ve beyazlar. Yaşamak için daha iyi yaşamak için okumayı hedefleyen ve bir dönem başarılı olan sonra da yıkımlar… Geldikleri yere geri dönmek, anlamış olarak ya da anlamadıklarını kabul edip özlemiş olarak.
Yazdıklarım elbette ki yeterli değil. 367 sayfa özetlenmesi olanaksız. Zaten sözdizimleri dikkatimi çekmiş. Dikkatli okumak gerek. İfade yolları. Hikaye edilişi. Kaygan yok öyle değil buz üzerinde kaymak ve düşmek…
Sonra Hatice Eroğlu’nun 12 Eylül romanını yeniden düşündüm. Onun için de bir şeyler yazmıştım. Bu da bir başka günlükte, yarında…
Bir yanıt bırakın