FOSFORLU CEVRİYE
29 Ocak 2019
Suat Derviş’in romanlarında erkek karakterlerinin rolleri dikkatimi çekti ve etkilendim. Çok tanrılı ve tek tanrılı dönemlerden bugüne kadar her anlatıda kadın nesne konumunda kalmıştı. Suat Derviş eserlerinde kadını özne olarak işledi. Yalın diliyle, kadınları dinliyorum.
Kadınların bilmesi istenenin dışına çıkması… Bunu konuşan ve yazan daha çok kadınlar oldu. Kara Kitap ve Fosforlu Cevriye romanlarından sonra yine o dönemlerde yazılan erkek yazarların eserlerini düşündüm. İlk özgürlük sanırım aşkta kazanılmış olacaktı. Aşk her romandaydı. Kadınlar önce kendilerini anlatıyor, çok sonra başka hikâyelere geçiyor. Değişim başlıyor.
Fosforlu Cevriye romanı 1940’lı yıllarda yazılmış. İstanbul sokaklarında yaşayan bir fahişenin hikâyesi. Sadece o değil, onunla birlikte var olan romandaki diğer karakterler de unutulmaz benim için. Erkeklerin kadınlar üzerindeki etkileri olarak da düşünebilirim. Kadınların erkekler üzerindeki etkileri de diyebilirim. Bir aşk hikâyesi var. Sadece romanlardaki aşkların incelenmesi bile bir araştırma konusu olabilir. Bir kadın yazarın, hayata bakışı ve penceresinden gördükleri. Bu bakışın sadece gerçek dünya ile sınırlı olmadığını artık biliyoruz. Kurgu dünyalar da araya giriyor. Fakat öyle güzel işleniyor ki kendi kültürümüzü duygularımızı yaşantılarımızı yansıtıyor. Yaşadığı dönemden ayrı düşünmek olanaksız ayrıca. Roman birçok soruları barındırıyor. Ne güzel, soru işaretleri kullanılmadan ama sordurmadan da edemeyen bir dünya yaratmak. Kim?.. Fosforlu Cevriye’nin aşık olduğu adam kim? Bu soru ilk sorum oluyor ve merakla o erkeğin kim olduğunu öğrenmek istiyorum. Fosforlu Cevriye o erkeğe neden aşık oluyor? Aşkını besleyen nedir? Hatta aşk nedir Cevriye için?
Okudukça diğer karakterleri de merak ediyor, tanımak istiyorum.
Bir kadın için aşk nedir? Yani Fosforlu Cevriye için. Ya diğer kadın karakterler? Ya erkek karakterler?
Çok etkilendim. Birçok sorularım oldu ve birçok romanları anımsadım. Hayat bir anlamda bir başka hikâye ile bağlantı kurarak yaşamaktır. Dokunmaktır. Kitaplardaki dünyaların da kendi aralarında olduğu kadar bu dünya ile de bağlantı kurdukları hikâyeleri vardır. Kimine yanıt olur, kimine soru.
Fosforlu Cevriye tüm hikâye gerçekliliğiyle usumdan çıkmıyor. Bildiklerinden fazlasını söylemeyen bir kadın. Seyircisi olduğu diğer hayatlar hakkında neler düşünüyor satır aralarında yer alıyor. Ama onları da olduğu gibi kabul ediyor.
Suat Derviş’i düşünüyorum. Hayatını öğrenmek istemiyorum. Çünkü biliyorum ki yazmak başka yaşamak başka. Onun hayatını anlatan sadece kendisi olmalıydı. Başka düşüncelerin izlerini taşımamalıydı. Zaten bu nedenle onun hakkında yazılanları okumak istemiyorum. Bir kadın olarak var olma mücadelesi veriyor. Bu benim için önemli olan. Bunun bedelleri elbette ağır olacaktır, bunu biliyorum, kadınlar biliyor. Zaten erkekler de biliyor erk insana neler yapabilir; herkes biliyor. Bir kasım öğlesi, güvenli sıcak evden, konforlu salondan, çiçekler, kedi ve… Böyle yazılır mı bilmem. Ama bilmek istediğim bir şey var ki, o da mücadele içindeyken nasıl yazıldığı. İnsan kendinden uzaklaştıkça herkese yakınlaşıyor mu?
İyi insan.
Bütün romanlar, bütün şarkılar aşkı anlatıyor. Yeşil Çam filmlerinin alıştığım mutlu sonlarına karşı geliyor Fosforlu Cevriye. Ya isimsiz erkek? Bütün kimliklerinden sıyrılmış, adı bile geçmeyen kahraman, nasıl da sevmiş meğer. İki aşık da sonunda kayboluyor. Aşkta mutlu sonları sevmiyor bu dünya, ataerkil düzen. Başka dünyalara da giremiyor ki, bilinmeyen bir dünyaya kapılarını açıyor, içeriye adım atılıyor… Gördüklerinin senin dilinle ifade bulması olanaksız. Sessiz bir film bu.
*
Fosforlu Cevriye şöyle geçip, “Ama nasıl da öldüm.” diyor. Bileklerindeki kelepçeleri gösteriyor. “Öldüremediler.” Masaya yaklaşıyor, kitaplara bakıyor. “Anılar, Paramparça’ kitabını alıyor.
“Bu çalan şarkı ne?”
Çalan Fosforlu Cevriye şarkısı.
“Bak sana ne getirdim.” diyor.
Poşeti uzatıyor. Açıyorum. Rakı. Şimdiki İstanbul’u tanısa, kendi dünyasıyla karşılaştırır mı? Ne değişti o yıllardan sonra? İstanbul’da, romanlarda… Yazarını merak eder mi, Fosforlu Cevriye? Ben merak ediyorum, yazdıklarını ve onu.
“Kahve yapmak için gitmemiş miydin?” diye sordu.
“Salona geldiğimde yoktun.” dedim. “Şimdi yaparım.” diyerek mutfağa geçtim.
Salona kahvelerle birlikte döndüğümde yeni okumaya başladığım romanı almış, okurken buldum onu.
“Bu kitaptaki aşk hikâyesi de güzel sanki.” dedi.
“Henüz bitirmedim, senin aşkınla karşılaştıramayacağım.”
Kahvelerimizi içtik. Fincanlarımızı kapattık. Fala bakmam için sabırsızdı. Fincanı uzatıyor açmamı söylüyordu. “Fincan daha soğumamış.” diyorum. Sonunda fincanını açtım.
“Bir deniz var Cevriye. Gökyüzü alabildiğine uzanıyor…”
“Yıldızlar gökyüzünde kum gibi diyeceksin. Bu benim en çok sevdiğim cümle. O nerede?”
“Denizin ortasında bir ada görünüyor. Sanırım orada ama ada suların altında kalmış.”
“Desene hikâyeleriniz aynı.”
“Adadan uzakta kara. Karada yaşlı bir kadın var. Onu düşünüyor. Zamanında çok güzel kadınmış. Onu çok severmiş…”
“Onun annesi.”
“O senden başka kimseyi sevmemiş. Yalnız seni sevmiş.”
“Sevmiş değil mi? Ne iş yaparmış?”
“Annesinin elinde kâğıtlar var. Belki de onun yazılarıdır. O bir yazar olmalı.”
“Kim olduğu ne olduğu hiç önemli değil. İnsan olması önemli.”
Falda başka bir şey çıkmadı ona dair. Cevriye eline kitabını aldı, koltuğa geçti.
“Seni tanımak güzel Fosforlum” dedim güldü.
Ya Suat Derviş’i tanımak?.. Gazetelerdeki yazılarını ve yapılan röportajları okuyarak tanımak istiyorum. Ama diğer kitapları da okuyacağım.
Geç saatte Beyoğlu sokaklarını gezerken dikkatimi çeken bir kadın ya da erkek bana onun karakterlerini anımsamamı sağlayacak. Ben de bu kadına erkeğe yeni bir hikâye ile bakacağım. Herkesin mutlaka anlatacak hikâyesi vardır. Her gün birilerine anlatılanlar da hikâye değil midir?
Böyle böyle hikâyeler zincir zincir uzar gider. Yeni kitaplara kadar girer yeni yüzler yeni anlatılarla.
Zaman hiç değiştirmemiş edebiyat dünyasını. Değişen yazılar olmuş. Daha anlaşılır yazma çabası.
Fosforlu Cevriye zamanında ağlatmıştır ama şimdi sadece üzülürler sanırım. Zaten gerçek değil, derler. Gerçek nedir?
Gün içinde Suat Derviş’in hayatını ve Fosforlu Cevriye’sini anlatan bir video izlemiştim. Konuşmacılar kelimelerini özenle seçtiler ve feminist bir yaklaşımla anlattılar. Bir kelime bile kulağımı tırmalamadı. Onun hayatıyla ilgili konuşma olsun, yazı roman olsun, kulak tırmalayan ya da göze batan bir kelime görürsem okumayacağım, dinlemeyeceğim.
Bir yazarın kitaplarını anlamak için sadece kendisine güvenmemeli insan. Başka okumalar başka pencerelerden de bakmamızı sağlayacak, inanıyorum.
Okudukça, Suat Derviş’in yıldızlı geceleri sevdiğini fark ettim. İstanbul’un gecelerinde bir zamanlar yıldızlar gökyüzünde görünüyormuş demek ki. Deniz yosun kokuyormuş. Aşk bir varmış bir yokmuş. Kadınların aşkları mı asıl hikâyeyi aşk hikâyesi yapan? Hani Kendine Tapan Kadın’da, Demir’in aşkı olmasa buna inanacağım. Neyse aşık erkekler de varmış romanlarda.
Fosforlum, bu gece hava soğuk. Yıldızlar sıcaktır ama. Yıldızların birinden düştüğündendir sıcak oluşun. Bu gece de saçlarına düşmüş yıldız tozları be Fosforlum.
Bir yanıt bırakın