MEKTUPLAR -40-

MEKTUPLAR -40-

29 Ocak 2019

Sevgili Lili,

Ne yazık ki geç kalktım ve toplantıya katılamayacağım düşüncesiyle, gelemeyeceğimi bildirmek için arkadaşımı aradım. Gel, dedi. Yeni başlıyoruz. Atlayıp gittim. İyi ki de gitmişim. Onlara gecikme nedenimi açıkladım. Çok güldüler. Gece uyuyamadım. Okuduğum kitapta aklıma takılan bir yer oldu. Yattım, kalktım. Yattım kalktım. İnternetten araştırdım, bilgiler birbirini tutmuyordu. Don Kişot’u aramadığım raf kalmadı. Sonunda geç bir saatte buldum ve 32. bölümü okudum. Sonra uyuyabildim.

John Freely, Galata, Pera, Beyoğlu kitabında Kılıç Ali Paşa’ın Cezayir’de Cervantes ile karşılaşmasını yazıyor. Esir alınan Cervantes beş yıl sonra kaçmaya çalışıyor ve yakalanıyor. Kılıç Ali Paşa’nın karşısına çıkarıyorlar. Paşa, onun yazar olduğunu öğreniyor ve serbest bırakıyor, ülkesine dönmesi için de para veriyor. Cervantes’de romanının 32. bölümde de paşaya saygısını gösteriyor. Geç kalma nedenim buydu.

Bugün on kadınla birlikteydim. Ben ilk kez aralarına katıldım. Onlar her ay bir kitap okuyorlar ve toplanıp konuşuyorlar. Bu toplantıya katılmayı çok istemiş,  kitabı yani Fosforlu Cevriye’yi okumakla kalmamış, yazarın dört kitabını okumuştum. Günlerce Suat Derviş’i yazdım günlüklerime. Günlerce Fosforlu Cevriye’yi düşündüm, yazdım. Başka romanlardaki kadın karakterler de yalnız bırakmadılar.

Herkes konuştu. Bana sıra geldi. Kendimi akışa bırakmıştım ki baktım kitap yorumu yapıyorum. Ama kendime dokundurarak yapıyorum. Bir okurun okuma yolculuğuydu ve bu yolculuk yazıya da uğruyordu.

Suat Derviş’in 1940’lı yıllarda kaleme aldığı bu roman, dönemin en güçlü karakterli kadını: Fosforlu Cevriye. Toplumun yargılarından kurtulmuş, özgür ruhlu bir kadın. Elbette bunu tercih eden o değil. Gözlerini açtığında kendini içinde bulduğu bir toplum. Annesiz, babasız, kimsesiz. Sokaklarda yaşayan evsiz güzel bir kadın. Beyoğlu sokaklarında bedenini satan kadınlardan biri sadece. Onu bugün  bize yaklaştıranın ne olduğunu çok düşünmüş ama bulamamıştım. Oradaki kadınlarla karşılaşmadık sanırım. Karşılaştıklarımız bedenlerinden özgür olmayı başaran aramızdaki kadınlardı. Onları tanıdım Lili. Onları yargıladım mı anımsamıyorum ama onlar benim aşkımı… Orada bunları söylemek aklıma gelmedi. Şimdi sana yazarken anımsadım. Konuşmamda Suat Derviş’in ilk kitabını söyledim; bir kadın ve bir erkek olan kısa romanlarında aşkı sorguluyordu sanırım. Kadınlar nesne konumundan çıkmaya çalışıyordu. Sonraki romanlarda artık kadınları özne olarak görebiliyordum. Hatta ikisini de görebiliyordum aynı roman içinde. Kendisini nesne konumunda sunan kadınlara da yer veriyordu. Erkek karakterler de yaşayarak öğreniyorlardı ne istediklerini. Sevmenin aşkın ne olduğunu. İnsan olmak önemliydi kadın olsun erkek olsun. İnsan neydi Lili? Unuttuk sanırım. Yazarın bu romanının en güzel romanı olduğunu düşündüğümü söyledim. Ankara Mahpusu romanında beklentim farklı olmuştu, siyasi bir roman beklemiştim. Fosforlu Cevriye romanında çok karakter oluşuyla diğerlerinden ayrılıyordu  ve hepsi de Fosforlu Cevriye’nin geniş çevresinde yer alıyordu. Bir şekilde hayatlarına dokunan insanlardı onlar.

Konuştum ve konuşmadan sonra bir soru sordum.

“Sizce aşk var mı? Var diyenler elini kaldırsın.”

Üç kadın elini kaldırdı.

“Kadınlar aşkta özgürlüklerine kavuşmadığı sürece böyle aşk romanları yazılmaya devam edilecek. Bizler de sorup duracağız, ya sonra ne oldu, nasıl biri?”

Bir ara konuşma erkek karakterin kim olduğu üzerine yoğunlaşmıştı.

“Kim diye de sormaya devam edeceğiz. Oysa kim olduğunun hiç önemi yoktu. Önemli olan insan olmasıydı. Size iyi davranan, değer veren. Dinleyen, anlamaya çalışan ve anladığı düşünülen ama aslında hiçbir zaman anlamadığı çok sonra öğrenilen.”

Bir başka erkek değil de neden o erkek? Haklı olarak ona değer veren diğer erkek karakterleri anımsattılar.   Neden kim olduğunu bilmediği, bilmediğimiz kişiyi ölümüne seviyor? İşte aşk bu Lili. Olmayan bir şeyi yaratabilecek boşlukları bulabilmek. Özgürlüğü de yaşayabileceğimiz, var edebileceğimize inandığımız bir ilişki. Neyse ki şimdiki gençler aşka inanmıyor.

Yüzyıllar içinde kadınların var olma mücadelelerini düşündüm. Kadınlar edebiyat eserlerinde 14. yüz yılda yer alıyor. Nasıl olmaları istendiği belirtiliyor hatta annelik durumları bile erkekler tarafından belirleniyor. 18. yüz yılda kadınlar erkek adları kullanarak eserler veriyor. Bu eserlerde de aşk var oluyor elbette. Kara Kitap’ta olduğu gibi. Evle sınırlanmış hayatlarında var olma mücadelesini yalnızca eşlerine karşı vermiyorlar, toplum değerlerine de karşı çıkıyorlar. İşin içinden çıkılmayan durumlar nedeniyle özgür ruhlu kadınların sonları bizi her zaman korkutmadı mı? Ödenen bedeller?.. Oysa biz zaten bedeller ödüyoruz Lili. Üstelik her günün her dakikasında. Güvenli bir limanın olmayışı inancıyla üzülüyoruz. Var, diyoruz olmayan bir aşka. Masal bu ya işte. Mavi Sakal masalı gibi. Kaç kadın ölüyor, öldürülüyor her gün belli değil.

Antony Giddens, Sosyoloji kitabında aşkın 19. yüz yılda var olduğunu yazmış, yani olmayan bir şey var edilmeye çalışılmış. Aşk bir zincir Lili. İşte Fosforlu Cevriye’nin bileklerine yaptırdığı  dövme zincir. Suat Derviş bunu da yazmış olacaktı, eğer edebiyat dünyasında var edilebilseydi. Kimse cesaret edip onu yüreklendirmedi demek ki. Varlığı kabul edilmedi, kendi mücadelesiyle bile görünür kabul edilmedi. Güvenli bir liman olan son eşi olmalı.

Lili bugün üzüldüm oradan ayrılırken. Umutları yıktığım düşüncesiyle. Her şey iki insanın bir araya gelebilmesiyle düzeleceğine inanıyordum. Artık inanmıyorum. Fosforlu Cevriye yaşasaydı ve o erkeği tanısaydı belki de sevmeyecekti. O inanarak öldü. Biz de artık romanlarımızı inanmayarak noktalayacağız. Fosforlu Cevriye hepimiz için yaşamaya devam edecek. İnandığı bir gerçeği vardı.

Son olarak yazdığım yazıyı okuduk.

Çay içtik. Sohbet ettik. Güldük. Ayrıldık.

Bugün güzel bir gündü. Yeni perdeler açıldı, kapandı.

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*