AŞK ROMANLARI OKUYAN KADIN
3.BÖLÜM
Mutlu ve mesudum. Sokaklar benim…
Bir butiğin önünden geçiyorum. Vitrindeki elbiselere bakıyorum. Bu akşam ne giyeceğim, diye sorarken buluyorum kendimi. İçeri giriyorum.
“Hoş geldiniz!”
“Merhaba!”
“Merhaba! Nasıl bir şey bakmıştınız?”
“Vitrindeki elbise hoşuma gitti, başka bir şey beğenebilir miyim diyerek içeri girdim.”
“Vitrindeki elbiseyi denemek ister misiniz?”
Kadın elbiseyi aldı, askısıyla bana uzattı. Bedenimi gözüyle ölçmüş olmalı. Kabini gösterdi. Giydim. Beğenmedim. Vücut hatlarımı ortaya çıkardı. Yakası çok açık, koltuk altı da açık kaldı. İç çamaşırım görünüyor.
Kadın bir başka elbise gösteriyor. Sanırım buradan elim boş çıkamayacağım. Dışarıdan bir adam geliyor. “Hayatım nasılsın?” diyor. Eşi ya da sevgilisi olmalı. Bu soru, işler nasıl anlamına geliyor olmalı. Ben yokken satış oldu mu?
Onunla aynı işyerinde yani kendi işyerimizde çalıştığımız zamanları anımsadım. Dükkânımız bir bijuteri harikasıydı. Tezgâhın önünde müşteriyle ilgilenirken o dışarıdan gelir, tezgâhın arkasına geçerdi. Bir süre bizi izler sonra da araya girerdi. Kadınlar onun her önerisini nazikçe dinlerdi. “Evet, haklısınız, bu daha iyi…” derler ve aldıkları üründen memnun, çok fazla pazarlık yapmadan ayrılırlardı.
Bana gösterdikleri bir başka elbiseyi giyiyorum. Kabinden çıktım. Aynaya baktım. Adam bana bakıyor. “Hanımefendi bu elbise size çok yakıştı. Terletmez. Gerçek pamuktur kumaşı.”
Kumaşın, dikişin, kesimin kalitesini anlayan erkeklerden hoşlanıyorum. O hiç anlamaz. Ben tek başıma alışveriş yaparım. Onun iç çamaşırlarını bile ben alıyorum. Geçenlerde aldığım iç çamaşırı yüzünden bana kızdı. “Beni delikanlı mı sandın? Yine daracık çamaşırlar almışsın.” dedi. Markayı değiştirmek gerekiyor. Yerli bedenlerde çalışan markalar bulmalı.
“Hayatım, o çok satılan çiçekli elbiseden elimizde kaldı mı? Onu da gösterelim hanımefendiye.”
“Hangisi?”
Adam elbiseyi buluyor. Bana uzatıyor. “Bu elbiseyi denemenizi öneririm.” diyor ve bir başka elbise daha çıkarıyor.
Verdiği elbiseleri denemeyi kabul ettim. İçlerinden birini çok sevdim. Nasıl bulduklarını sordum onlara. İkisi de dudak büktü, öncekinin üzerimde daha güzel durduğunu falan söylemeye çalıştılar. O olsa, hayatta bir şey söylemezdi çünkü bakmazdı.
“Bunu alacağım.” Yakası açık ama kumaşı esnek değil, daha fazla açılmaz nasıl olsa. Beli biraz oturuyor, simitler ortaya çıktı ama beni daha zayıf gösterdi. Etek boyu da ne kısa ne uzun, diz üstü… Rengi de fena değil, uçuk mavi. Üzerinde küçük beyaz çiçekler var. Yoksa papatya mı? Papatya olmasa da olur, çiçeklerin yaprakları beyaz ya.
Akşam için olmasa da günlük giyebileceğim bir elbise alıp dükkândan çıkıyorum.
Kaldırımda yürürken birden kendimi marketin önünde buldum. Alışkanlık işte, markete girmek üzereyim. Acaba ne düşünüyordum? Oysa eve dönerken uğrayacaktım.
“Hoş geldin abla! Kayısılarımız bugün geldi. İster misin?”
“Hoş buldum! Bamya var mı?”
“Yok abla, çok pahalı, o yüzden almadık. Fiyatı düşsün alacağız.”
Olmadığını biliyordum. Yanlışlıkla içeri girdim demeyecektim herhalde.
“Öyleyse başka bir yerden bakayım. Dönüşte uğrarım. Kolay gelsin.”
“Sana da abla, bekleriz.”
Kaldırıma geri döndüm. Beyaz kanatlı bir kelebek önümden uçup gitti. Kelebek…
Kelebeği gözden kaybolana kadar izledim. Ne düşündüğümü bilmiyorum. Ne düşündüğünü bilmez mi insan? Demek bilmezmiş.
Küçük kafelerin önünden geçtim. Hepsinin kaldırım üzerinde masaları, sandalyeleri var. Birkaç masa dolu. Buradaki kafeler sık sık el değiştirir. Bu yüzden sürekli gelen müşterileri yoktur. Oturmak istedim birden. Masa örtüleri kareli olan kafenin kaldırımdaki masalarından birine yaklaştım. Sandalyeye oturdum. Garson içeriden çıkıp geldi.
“Hoş geldiniz! Ne istersiniz?” diye sordu.
“Sıcak bir şeyler içmek istiyorum.”
“Çay?”
“Başka ne var?”
“Türk kahvesi?”
“Olur.”
“Nasıl olsun? Sade, şekerli?”
“Sade olsun, lütfen!”
“İsterseniz fal baktırabilirsiniz. Fal bakan bayan içeride oturuyor.”
“Teşekkür ederim. Şimdilik sadece kahve içmek istiyorum. Fal için düşüneyim.”
Yıllar önce, arkadaşımla kahve ve tarot falı bakan bir kafeye gitmiştik. Arkadaşım fallara inanırdı. Ben de arkadaşıma inanırdım. “Biliyorlar, gerçekten geçmişte neler yaşadığını biliyorlar.” diyordu. Ya gelecekle ilgili söyledikleri çıkıyor muydu? Bilmiyormuş. Bunun için zaman geçmesi gerekiyormuş ama bir gün olsun bana gelip “Falcının söyledikleri çıktı.” demedi. Sadece geçmişini bildiklerini söylüyordu. Bana baktıkları fallarda ise ne geçmişimi bilebildiler ne de gelecekle ilgili doğru tahminlerde bulunabildiler. Zaten benimle ilgili hiçbir şey söylemediler. Eşim, çocuklarım, akrabalarımdı söz konusu olan. İyi haberleri bile onlar alıyordu. “Hepinizi etkileyecek iyi bir haber alıyorlar.”
Arkadaşım bir gün hocaya gitmiş. O günün akşamında bana geldi. Hocanın söylediklerini en ince ayrıntısına kadar anlattı. Evliliklerindeki sorun, onlara yapılan büyüden kaynaklanıyormuş. Eşiyle aralarını bozmak isteyen biri muska yazdırmış. Bu kim olabilir, diye akıl yürütüyordu. Muska, evde bir yerlerde gizliymiş. Demek ki bunu yapan eve gelenlerden biri, yani akrabalardan biri… Muskayı bulması ve büyüyü bozması gerekiyormuş. Bunun dışında yapılan bir başka büyü de domuz yağıymış. Eve domuz yağı dökmüşler. Büyünün bozulması için dua okunması gerekiyormuş. Hoca dua okumak büyüyü bozmak için, maaşımın üçte biri kadar para istemiş. “Haydi, sen de gel. Sana da bir baksın.” Kabul etmedim ama isterse onunla birlikte gelebilirim. Gittik. Evde hocanın dışında kimse yoktu. Korkmuştum ama arkadaşım korkmuyordu. Onu salona aldı. Ben de bir odada bekledim. Salondan çıkmaları uzun sürdü. İkisinin ısrarları sonunda, ben de kendimi salonda buldum. “Evliliğinde büyü var.” dedi ve arkadaşıma verdiği ücretin aynısını istedi, çok paraydı. Neredeyse kabul edecektim. Dışarı çıkmak istiyorum ama arkadaşım ve hoca sürekli konuşuyorlar. Sonunda dışarı atabildik kendimizi. Derin bir nefes aldım. “Neredeyse istediği parayı verecektim.” dedim. “Hadi, geri dönelim öyleyse.” dedi. “Saçmalama, öyle bir şey yok. Bırak büyü bozmayı, dua bile okumayacak.” “İnanmıyor musun yani?” “İnanmıyorum.” “Ben kabul edecektim.” “Çok normal… Psikolojik olarak ortam öyle uygundu ki neredeyse beni de inandıracaktınız.”
Bir yanıt bırakın