AŞK ROMANLARI OKUYAN KADIN 12.BÖLÜM

AŞK ROMANLARI OKUYAN KADIN

12.BÖLÜM

“Nasıl, anlamadım?”

“Sen babamı evden mi kovdun? Babam senin onu evden kovduğunu söylüyor.”

“Hayır ama…”

“Tamam anne başka bir şey duymak istemiyorum. Belki daha sonra konuşuruz.”

“Nasıl istersen.”

Bir süre sessizlik oldu. “Yarın gelirken ne getireyim? İstediğin bir şey var mı?”

“Selen için oyuncak getirir misin? Evde onun oynayacağı hiçbir şey yok.”

“O buraya hiç gelmedi ki olsun. Yarın getiririm hem burada kalır oyuncakları.”

Bu ne demekti? Bundan sonra Selen’i bu evde görebilecek miydim? Şaşkın bakışlarımı gördü.

“Buna neden şaşırdın? Yoksa sevinmedin mi?”

“Çok sevindim. Onu burada görmek büyük mutluluk.”

Birden içine kapandı, düşünceliydi. Konuşmak istemiyordu. Ortalığı sessizce birlikte topladık. “Süpürme işini daha sonra ben yapacağım.” dedim kabul etti. “Öyleyse ben gideyim, saat geç olmuş.” dedi.

O gittikten sonra koltuğa uzandım. Yastığı yumrukladım ağladım, hıçkıra hıçkıra ağladım. Öyle çok görüntü vardı ki kızımla bana dair. Her şey üst üste gelmişti. Kedi salondan kaçtı. Bir ara sustum. Sonra uyuyup kalmışım.

Uyandığımda gece yarısıydı.  Kedi başucumda yatıyordu. Banyoya girdim. Duş alıp çıktım. Öyle yorgunum ki elimi kaldıracak, fırçayı tutacak gücüm yok. Yine çöktüm. Yine batıyorum. Diplerdeyim. Salondaki koltuğa uzandım. Bırak, dedim kendime, bırak film akıp gitsin, yeter ki seslendirme. Gözlerimi kapadım.

Yaşadıklarımın hepsi zaman gözetmeden üst üste geldi.  Hepsi bir arada, bir döngüde. Kız kardeşi, annesi, çocuklarım ve o. Yaşadığım evi paylaştığım insanlar.

Bir gün işten eve dönmüş, mutfakta çocuklara yemek hazırlıyordum. Akın henüz bir yaşındaydı. Cemre de altı. Telefon çaldı. Açtım “Alo.” dedim.  Adımı söyledikten sonra “O benim, onun peşini bırak” dedi bir kadın ve telefonu kapattı. Şaşkındım. Kimdi? Ağlamadım. Sadece kızgındım. Bana bu telefonu açacak birini… Sofrayı hazırladım. Bu sırada kapı açıldı. O geldi. O konuşuyor, ben de somurtuyordum. “Neden hiç konuşmuyorsun sen?” diye sordu. “Az önce bir kadın telefon açtı.” “Kim?” “Senin sevgilin.” “Daha neler? Yalan demiş. Ne dedi?” “Onun peşini bırak o benim, dedi.” “Sen de inandın.” Daha önce de tartışmıştık. Bu ilk değildi ki. “Evde olduğun bir gün telefon çalsa, sen açsan ve bir adam onun peşini bırak o benim, dese sen inanır mıydın?” Birden sinirlendi. “Ne diyorsun sen be?” “Onun peşini bı…” Sözümü tamamlayamadan suratıma bir tokat yedim. Ben de ona vurdum. Kızım içeriden geldi. Bacaklarıma sarıldı. “Git buradan çabuk.” dedi ve ona vurdu. Ağlayarak gitti. İçeriden Akın’ın da sesi geliyordu. Ben bağırıyorum. O da…

Kapıyı çarpıp evden gitti. Ağlıyorum. Yerden kalkamıyorum. Çocuklar da ağlıyor. Çok geçmeden kapı zili çaldı. Açmadım. Kapı ardı ardına çalınıyordu. Kapıyı açmak için yerden kalktım. Kapıyı açınca karşı komşumla karşılaştım. “Neyin var, iyi misin? Çocuklar çok ağladı, susturamadın mı onları?” “İyiyim iyiyim.” dedim ama devamını getiremedim. Çok utanıyorum. “Gel önce seni oturtayım.” dedi kolumdan tutup salona götürdü. Beni koltuğa oturttu. “Ne oldu?” diye sordu. “Merdivenlerden düştüm.” dedim. “Ben de öyle olduğunu düşünmüştüm zaten. Ben şimdi çocukları susturayım. Sen de kendine gelince lavaboya git, elini yüzünü yıka.” dedi. Çocukların sesi bir süre sonra kesildi. Lavaboya gittim. Elimi yüzümü yıkadım. Yanağım ateş gibi yanıyor, aynaya baktım, kıpkırmızıyım. Beni bir daha bu kadar kızartmadı.

Ertesi gün işe gittiğimde herkes bana bakıyordu. Ne olduğunu sordular. Merdivenlerden düştüğümü söyledim. Yüzümde kolumda… Her yerim ağrıyordu.

Evin yatak odasından, alt kattaki kadının ağlama seslerini işitirdim. Sürekli yatak odalarında ağlıyordu. Zaman zaman alt kattan, üst kattan ya da yan dairelerden sesler gelir. Kimse kapıya çıkmaz, kimse kapıyı çalıp bir şey sormaz. Bir yerlerimiz morarır, birbirimize ne olduğunu sorarız. Ya merdivenlerden düşmüşüzdür ya da kapıya çarpmışızdır. Ama bu düşmenin nedenini hiçbir zaman kimseden duymadım. Duymadım, diyorum çünkü en yakın arkadaşım bile bunu söylemedi.

Çocuklarla ilgili kavgalarımız hiç bitmezdi. Benim canımı yakmak istediğinde, ona bahane vermezsem çocuklara kötü davranırdı. Ben de onun istediğini yapar, beklediği gibi aralarına  girerdim. Gözlerinin içine bakar tartışırdım. Bir gün arkadaşım, eşinin ona vazoyu fırlattığını, neyse ki başına rastlamadığını söyledi. Çok korkunç geldi bana o ise “Yok canım korkma, sadece beni korkutmak istediği için bunu yaptı. Bana isabet etmeyecek şekilde fırlattı.” dedi.

O, annesi ve kız kardeşiyle de tartışırdı ama onlar susardı. Başlarını öne eğerler dinler görünürlerdi. Onları yine ben savunurdum. “Erkek kısmı böyledir, susacaksın.” derdi annesi. “Babasına çekmiş. Ne yaparsın değişmezler ki, seveceksen onları olduğu gibi seveceksin.”

Başka kadınlar hep hayatımızda mı olacaktı? Tartışa tartışa bu konuda tartışmamayı öğrenmiştim. Faydası yoktu. Bir gün yine bir kadın yüzünden tartıştık. Susmadım yanıt verdim. “Benim de sevgilim olsa sen ne yapardın?” Merdivenlerden değil çatıdan düştüm o gece. O hafta işe gidemedim.

Kadın arkadaşlar bir araya geldiğimizde kendi ev hikâyelerimizi anlatırız. Birimiz susunca diğeri benzer hikâyesini anlatır. Ama hiçbir zaman en ince ayrıntısına kadar inmeyiz. O noktaya geldiğimizde susar ağlarız. Birbirimizi teselli etmek için hikâyelerimizin ortak olduğunu söyleriz. Ne kendimizin ne de arkadaşımızın ne yapması gerektiğini biliriz. Döngünün içinde dolanır dururuz. Aynı noktaya tekrar geleceğimizi bilerek.

Hayatı birbirimize zehir etmek için mi birlikte yaşıyoruz? Yoksa bu gerçekliği kendi kendimize mi yaratıyoruz? Limanmış, denizmiş, fırtınaymış yalan! Tek kelimeyle boktan bir dünya işte. Yooo öyle değil. Çok geçmeden yeniden güleceğim ve yaşamayı seveceğim. Yaşamayı sevmeseydim sanırım hayatta kalmak için bu kadar direnemezdim. Onca şeye rağmen… Neredeyse ağlayacağım. Ağlıyorum. Kedi bir sıçrayışla koltuktan yere atlıyor, koşarak yatak odasına gidiyor. Kalkıyorum arkasından gidiyorum. “Buraya gel, söz ağlamayacağım.” Yatak odasında yatakta yatarken buluyorum onu, iri iri açılmış gözleriyle bana bakıyor. “Gel buraya.” diyorum ağlamaya devam ederek. Yataktan atlayıp koşarak salona gidiyor. Aynada o kadını görüyorum, yine ağlıyor.

“Ağlama.” diyorum. “Ağlama beni de ağlatacaksın.”

Ağlıyor. Elimi uzatıyorum uzanan ele dokunuyorum. “Beni affet.”

Bıraka bıraka büyüyor bir kadın. Bırakmadığı sürece büyümüyor sanırım. Aşk yalan, erkeklerin belden aşağı mekanizmalarını eğitmek diye bir şey yok, bırakmadığın sürece erkekler de büyümüyor. Hâlâ belden aşağı anlatılarına onlarla birlikte gülüyoruz. Koymak onları güldürüyor ya koyulmak da komik mi ki gülüyoruz… Otobüste, sokakta tacize uğradım ama sesim çıkmadı, kimseye söyleyemedim. Arkadaşlarıma birkaç kez anlatmaya çalıştım, yaşadıkları benzer  olayları anlattılar bana.

Yatak odasından ağlayarak çıkıyorum. Kediyi kucağıma almak istiyorum. Onu salonda yattığım koltukta buluyorum. Yine iri iri açtığı gözlerle bana bakıyor.

“Gel kucağıma. Söz ağlamayacağım.” diyorum.

Yine sıçrıyor, yere atlıyor. Kendimi koltuğa bırakıyorum. “Söz veriyorum gelirsen ağlamayacağım.”

Gülmeye çalışıyorum. İçeriden kedinin sesi geliyor.

“Kediii gel! Gel oğlum!”

Koridorda ışığın altında sallana sallana miyavlayarak geldiğini görüyorum.

“Geldin demek. Gel.”

Kediler, köpekler gibi gözyaşlarını yanaklarından toplamıyor. Ne ağladım ama.

“Gel! Söz ağlamayacağım.”

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*