MEKTUPLAR -24-
13 Ekim 2018
Sevgili Lili,
Bütün günümü sevmeye ayırdım; seni seviyorum. Kimi yoldan geçen komşunun küçük çocuklarına kanatlanıp gitti, yanaklarına kondu, kimi daldan düşen yeşil kabuğu soyulmamış cevizin kabuğunu kırdı. Serçeler derin su kabında çırpınıp durdu, banyolarını yaptı. Kedi kapkaraydı, boynunun altındaki tüyleri ağardı. Kulağı sağır edercesine değildi de incecik bir titreşimdi, duyanlar küçük bahçenin içinde kalanlardı, toprak nemlendi, otlar canlandı. Semizotları, dalaganlar, ebegümeçleri değildi yalnızca ayrık otları bile coştu. Ağaçların dalları ağırlaştı eğildi toprağa kadar meyveleri büyüdükçe. Çıktım, gökyüzüne baktım. Gölgesiz bir gün. Bir bir dolaştım her yeri. Kimi gördüysem uzanıp yüklerini azalttım. Sonunda bahçenin ortasında gül fidanıyla karşılaştım. Üzerinde fidanın üzerinde fidandan da büyük pembe bir gül açmış. Onu dalından ayırmadım, bir ağacın arkasına saklanıp bekledim. Gelmedi. Yoldan geçen çoktu. Gelmedi. Bahçe kapısının sesi işitilmedi. Şimdi topladıklarımı ne yapacağım?
Torbalara doldurdum meyveleri. Astım bahçe kapısının demirlerine. Yoldan birilerinin geçmesini bekledim. Her geçenin eline bir torba tutuşturdum. Topladıkça dağıttım. Dallar hâlâ meyve yüklüydü.
Eve girdim.
Akşam oldu. Lambalar yandı, bir tek sokak lambaları kör kaldı. Yıldızlar da kentin ışıkları üzerinde sönük kaldı. Gök aydınlık, yer karanlıktı. İçim dışım bir, seni seviyorum diyor da başka bir şey demiyordum. Oh dedim kendi kendime. Bugün de iç sesimin çığlıkları kesildi. Bu bir mucize!
Uzandım koltuğa. Kireç boyalı tavanda hiçbir şey görünmüyordu ya, onun için de bir oh çektim.
*
Uyuyacağım. Erkenden uyuyacaktım. Yattım. Hemen de uyuyuverdim. Gözlerimin önünde dans ediyordu harfler. Kimi kelime oluyor, kimi de kelime olmadan buharlaşıp yok oluyordu. Büyük bir çınar ağacının gövdesine dayandım. Yolun bir ucundan diğer ucuna kadar gidip gelen bisikletli çocukları izliyorum. Erkek çocuklar. Kız çocukları kapı önlerinden uzaklaşmıyor. Bisiklet binenleri izliyorlar. Kız çocuklarından biri bir bisikleti gözüne kestirmişti. Önüne geçip durdu. “Ben de bisiklete binmek istiyorum. İn ben bineceğim” dedi, ellerini beline koydu. “İnsene!” Erkek çocuk susuyor. Bir şey söylesin istedim. “İnmeyeceğim” dedim. “İnmeyeceğim” dedi çocuk. “İn!” “İnersem sen binersin” dedim, çocuk da öyle söyledi. “Ben de binmek istiyorum” dedi. “Ben de binmek istiyorum” dedim, çocuk da aynısını söyledi. “Seni seviyorum” dedim… “Seni seviyorum” dedi oğlan. “Ben de” dedi kız çocuğu “Seni seviyorum. Bu yüzden bana bisikletini vermelisin” dedi. Onlar tartışa dursunlar, yerimden kalktım, gideceğim. Apartmanların bittiği yerdeki tarlalara doğru gitmek, ahlat ağaçlarına varmak istedim.
Uyandım. Hay aksi, dedim. Şimdi uyanacak zaman mıydı? Bu gece bir “Ah!” asamadım. Ah!
Sana rüyamı anlatmak için bilgisayarımı açtım. Ama hiçbir şey yazamadım. İsimsiz bir 1 yazmak dışında yani.
*
Bugün güzel bir gün, soğuk, yüklü bulutlu, güneşsiz. Gölgesiz. Kendilerine benziyor, gölgeleri karışmayınca her şey kendine benziyor.
Sana rüyanın yorumu yapmayacağım. Bütün gün yaptıklarımın aynası. İçimde güneş vardı ya, gölgesi düşmüştü yaptıklarımın.
Parmaklarımı açtım. Bir karış yaptım. Bu kadar ömrüm var Lili, bir karış. Serçe parmağım serçeleri ağırlıyor. Anlatsam uzun olmayacaktır yazacaklarım. Uzun yazmanın sıra mı? Rüya gibi anlatabilsem, kısacık. Ah!
Lili, yazmak/anlatmak anmak/anımsamak değildir. Seni seviyorum, demek yeterli değil midir ki?
Bu gece hayaletlerin olmadığı bir gece. Harfleri topluyor, kelimeler yapıyor, tavana kelimeleri dizip cümleler kuruyorum.
Sokağa çıktım gecenin bir karanlığında. Bir “Ah!” asmalı dalına ahlat ağacın.
Eve geldim.
Bir yanıt bırakın