MEKTUPLAR -25-
14 Ekim 2018
Sevgili Lili,
Kaç mektup yazdım da eline ulaşmadı. Bunu biliyorum çünkü aramadın.
Bugün yeni bir kitap aldım elime. Geç saatlerde okumaya başladım. Aradığım bu olmalıydı. Biliyorsun ki artık başka dünyaların gerçek olup olmadıkları beni ilgilendirmiyor. Zihnim gün boyu çalışıyor, ne kadar uyaran varsa o kadar da çeşitleniyor, renkleniyor. Sonra sana kalıyor cümlelere dökmek. Sanırdım ki düşünceden sonra gelir eylemler. Yanılmışım. Eylem, duygularla birlikte düşüncelere açılırmış. Kitaptan sonra…,
Kitapta durduğu gibi durmuyormuş kelimeler. Beni havalardan çok cümleler etkiliyormuş. Yavaş okuduğum, içimden seslendirdiğim cümleler. Şimdi okuduğumdan etkilenmiş olarak yazıyorum.
Güvenli bir yerde ya da kendini güvende hissettiğin bir yerde hayat rutinleşiyor. Sokağa çıkıp biraz adrenalini yükseltmek… Korku, şaşkınlık, panik… Sokakta bunlardan yeterince var, değil mi? Kitaplardan okuduklarım her ne kadar beni etkilese de güvenli ortamda olduğum düşüncesi, kahramanların duygularını anladığım, eylemlerine katıldığım anlamı taşımıyor. Sadece düşünüyorum, anımsamaya çalışıyorum, ben bu duyguyu hangi eylemden sonra yaşamıştım, ne düşünmüş, ne yapmıştım? Ya şimdi ilk deneyimden sonra ne yapardım? Hepsi bilinmezlik içinde. Ben anlamıyorum, kimseyi anladığım falan yok. Ama anlamaya çalışmadığımı söyleyemezsin.
“Kadınlar yönetime katılmalı, dünyanın daha güzel olacağına inanıyorum.”
Ona yanıt olarak “Evet ama mücadeleyi bıraktığın an eskisi gibi olur her şey” demiştim.
Bir şey söylemişti. Sürekli mücadele vermek zorunda kalacağım düşüncesi bile beni yıldırıyordu. Ne yapmalı? Bu sorunun yanıtını verebilmiş olsaydım, sana yazardım. Bilmiyorum ama bir başka konuşmadan alıntı yapabilirim. “Mücadele etmek bizim yaşam tarzımız.”
Görüyorsun işte, zihin bir çok şeyi topluyor sonra da kendi bildiğince yeni baştan yaratıyor. Uykudayken gördüklerimize ne demeli? Rüyada kendimizi görmeyişimiz, kendi sesimizi işittiğimizden olabilir belki. Uyurken gördüğümüz rüyalar, hayat tarzımızı belirler mi?
Başımıza gelmeden ne yapacağımızı bilemeyiz, hazırlıklı olsak bile. Belki de hazırlıksız yakalandığımızı söyleyeceğiz. Unutmak istediklerimizin arasında yer alan her ne varsa, işte onlar.
Ben düşünce yazmak istemiyorum Lili. Ama öyle bir tembellik sarıyor ki zihnimi, kendimi eskinin akışına bırakmak kolayıma geliyor.
Dün yeni bir çalışmaya başladım. Sayfalarca yazdım iki kelimeyi hem de noktasız büyük harfsiz. Nedenini sormayacak mısın? Bir daha o sayfadan sonra bu iki kelimeyi kullanmamak için.
Lili, aşk mektubu yazmayı denemek istiyor kadınlar. Ben de çok bilirmişim gibi “Henüz zamanı gelmedi” diyorum. Kadınlara güvenemediğimden değil, erkeklere olan güvensizliğimden böyle söylüyorum. İşte görüyorsun ya “Bu mektubu kime yazdın?” sorusuna verilecek yanıta inanmayacaklarını düşünüyorum. Ben yazabilirim çünkü ben yazarım, yani yazar oldum, değil mi Lili? Her şeyi yazabilirim. Karakterim ne isterse söyleyebilir. Ben sadece onların elçisiyim. Yazmak için görevlendirilmişim ya da gönüllülük üzerine bu görevi üstlenmişim.
Kadınlar yazmak istiyor. Yazamadıklarını düşünüyor. Oysa yazmayı bal gibi biliyorlar, sadece bunu yapamayacaklarına inanmışlar. Yazdıklarını okuduklarında kimisi karanfil, kimisi gül, kimisi menekşe kokuyor.
Bahçede ağustosböceklerinin sesleri yükseliyor. Gece melisa kokuyor. Doğa öyle cömert davranıyor ki onları mektuplarıma almamam beni şaşırtıyor. Ben hep olmayanın peşinde miyim? Yoksa hep geçmiş zamana mı özlem duyuyorum? Ya bugün? Ya yarıno? Geçmiş ve gelecek, şimdinin içinden geçmek zorunda mı? Yaşanan ve tahayyül edilen şimdi. Gerçek ve düş şimdi.
Şimdi sana yazarken konuşmalarımızı anımsıyorum ve seninle konuşacaklarımı düşünüyorum.
Şimdi okuma zamanı. Okumadan yazamıyorum ki!
Sevgiler.
Bir yanıt bırakın