SİL BAŞTAN – 2 Mart 2023/Perşembe

SİL BAŞTAN – 2 Mart 2023/Perşembe

Rüyadan uyandım. Bir okuldaydım ve domates satıyordum. Domatesin birini de iştahla mideme indirmekle meşguldüm. Öğrencilere ve öğretmenlere ne denli tatlı domatesler olduğunu söylemekle kalmamıştım. Erkenden aramızdan ayrılan okul müdürümü yine gördüm. Onu sık sık görmeye başladım. Uyandığımda onun için ve babam için Fatiha okuyorum. Yine dua ettim. Kardeşimi aradım. Rüyamı anlattım. Rüya yorumlarını okumuştum. Domatesin güzel haberlerin geleceği şeklinde yorumları vardı. İnandırıcı gelmediyse de inanmak istedim. Annemi aradım. İzbanın gelmesini bekliyormuş istasyonda. İzban gelinceye kadar konuştuk.

Arkadaşlarımı aradım. Hiçbiri telefonuma yanıt vermedi. İş yerlerindeler ya da hastane randevularında  olmalılar. Yazar arkadaşım O.E.’yi aradım. Uzun uzun konuştuk. Çoktandır bu kadar uzun konuşmamıştık. Kitaplardan, yazılardan, arkadaşlardan, uğraşlardan hayatın içinde ne varsa işte onlardan konuştuk. Kendimi konuşmanın akışına kaptırmıştım. Birimiz bitirince diğerimiz başlıyordu. Son kitabını okuyup okumadığımı sordu. Depremden önce paylaşacaktım. Arkadaşlarımın kitaplarını okuyup onları arıyordum. Herkes bir başka açıdan bakıyordu yaşananlara ama olaylar aynıydı. Onun kitabını okumuştum ve paylaşmaya fırsat bulamadan deprem olmuştu. Ne okumak ne de yazmak istiyorum. Deprem dışında bir şey uzun zamandır konuşmamıştık. Beğendiğimi, gerçekten beğendiğimi söyledim. Hoş bir tadı vardı masallarının. Ben de ona günlüklerimi sordum. Okuduğunu daha önce söylemişti. Aynı şeyleri okumaktan sıkılıyor mu? Akıcı yazdığımı söyledi. “Seni tanıdığım için,” dedi “objektif olamam.” Son günlüğü kısa bulmuş ve diğerlerinden farklıymış. Romanı o da merak ediyormuş. Belki ilk bölümünü onunla paylaşırım. Benim hakkında ne düşündüğünü düşünmeden edemedim. Sormak istedim ama yapamadım. Onunla konuşurken aradığım numaralardan dönüşler geldi. Konuşmanın en heyecanlı yerindeydik. Bir yerde telefonla görüştüğüm kişinin adını vermemiştim. Birbirimizle anlaşamadığımızı yazmışım. Kim olduğunu merak etmiş. O gün onunla da konuşmuştum. Kim olduğunu söyledim. İsim vermediğimi çünkü gerçekten de yeni bir dil kullanamadığımızı söyledim. Açıklaması bile çok zor. Çocukluk ve gençlik yıllarımda büyüklerden dinlediğim örnek hikâyeler beni çok sinirlendirirdi. Falanca ne yapmış ne olmuş? Filanca nasıl yaşıyormuş? Bizim durumumuz çok iyiymiş, şükretmem gerekiyormuş. “Bana ne onlardan,” diyordum. Yine de aynı konuşmalar devam ediyordu. Bu konuşma dilini öğrenmiştik ve biz de böyle konuşmaya başlamıştık. Gençler çocukluktan beri dinledikleri hikâyeleri artık dinlemek istemediklerini söylüyor. Bunun farkında değildim. Şimdi farkındayım ama değiştiremiyorum. Bir başka iletişim dili bilmiyorum. O.E onunla yeni bir iletişim dili için konuşmamızı önerdi. Yakın arkadaşız ve yanlış anlamalara karşı hazırlıklı olacağız. Sonuçta bir şeyler deneyeceğiz. İnşallah, maşallah, hayırlısı derken konuşmamızın ne denli rutinleştiğine dikkat çektim. İkimiz de bunları kullanıyoruz. Kullanılmasından hoşlanmayanların dilinde bile var. “Hayırlısı neyse, diyoruz sonra bakıyoruz ki kötü bir şey çıkıyor arkasından, hayırlısı buymuş diyoruz.” “Yazı tura gibi düşün her şeyi. Her ikisinin de gelme olasılığı yüzde elli. Deprem için tarihler veriliyor: 3-7 Mart; 2023 yılı; 7 yıl içinde… Bunlardan biri elbette tutacak ve onun depremi önceden bildiği söylenecek.” İstanbul’dan Hatay’a Pazar günü gitmeyi planlayan aileyi örnek verdi. Gidememişler ve her işte bir hayır vardır diye düşünülmüş depremden sonra. “Orada deprem olacağı yüzde yüzdü. Sağlam olmayan binaların yıkılma olasılığı da yüzde yüzdü. Onların gidememeleri de yüzde elliydi.” Yeni bir konuşma dili için denemeye çalıştım ama olmadı, rutin her zamanki konuşmamızı sürdürdük.

Telefonumun çalmasına izin verdim. Meşgul etmiyordum yani. Yarınki imza ve söyleşi için nasıl buluşacağımızı konuşuyoruz. Gideceğimiz okul Bahçeşehir’de. Marmaray’la gelmemi önerdi. Marmaray’a binemediğimi söyledim. Taksi önerdi. Altı yüz lira tutar dedim. “Siz gelin beni alın, dönerken kendim dönerim. Eminönü’nden Kadıköy’e geçerim.” “Ben …  telefon açayım, size dönerim,” dedi. Çok geçmeden aradı. Bu defalık Eminönü’nde buluşacağız. Sonrasını konuşacağız.

Telefonu kapattıktan sonra J.’yi aradım. Derse gidiyordu. “Yürüyor musun?” diye sordum. Yürüdüğünü söyledi. Yarım saatlik yürüyüşü spor amaçlı yapmadığını biliyorum. Hava da soğuk üstelik. Ne yaptığımı sordu. Son telefon görüşmemizi anlattım. “Gitmekte biraz zorlanacağım, umarım panik olmam.” Ona rüyamı anlattım. Rüya yorumlarının çıkmadığını, çünkü bana domates atmaları için domates dağıttığımı söyledim. “Belki de siz domates atacaksınız da kibarlığınızdan ya da sinirinizden  yemişsiniz.” Yüksek sesle güldüm. Sevdim bunu.

  1. bana M.’yi anlattı. J.’yi anlamıyor muyum yoksa o mu anlamıyor kendisini? Yanlış sorular bunlar. İkimiz de anlıyoruz bal gibi. Sadece yeni ilişkiler için yorgunuz ve biraz da umutsuz. Herkes kendi anlattıklarında o gün için yani anlatıldığı anda haklılar. Ben ve J. hak dağıtıcılığı yapmaktan yorgunuz. J. ders çıkışında beni aradı. Ben bir başkasıyla görüşüyordum. Kim olduğunu hatırlayamadım. O kadar arama oldu ki sıralamayı unuttum. G.A. ile konuştum. Deprem sonrası hiçbir şey yapmamış sadece hayatı otomatiğe almış. Herkes aynı. Bir deprem daha olursa… İstanbul’dan göç edenler dikkat çeken oranlarda. Büyükşehir Belediyesi çalışmalara başlamış. Esenyurt’tan bir fotoğraf paylaşılmış, vinçler görünüyor yüksek yapıların yakınlarında.

Telefonda bir köpeğin havladığı duyuldu. Demek ki apartmana girmiş. Eros, sevimli pinscher J.’nin geldiğini anlamış. Daire kapısının önüne gelince sesler daha bir yükseldi. Telefonu kapattık. Yarın onunla buluşacaktım ama konuşmayı unuttuk.

G.A. ile görüşürken D. aradı. Daha önce de aramıştı. İki kez aradı. Telefonum meşguldü.  J. ile G.A.’dan önce görüşmüştüm. Karıştı her şey. Telefonda aramaları sildiğim için yazdıklarımı doğrulama şansım yok. Bu da bana özgürlük tanıması gerekirken…

Telefonum çaldığında yemek yapıyordum. Yemekleri ocağa koyup D.’yi arayacaktım. Uzun uzun konuştuk. Her şey benim tarafımda yolunda görünüyor. Duygu sömürüsü yaptığımı öğrendim. Öyle söyledi. Farkında olmadığım ne çok şey varmış meğer. Tencerelerin kapağını kapattım. Yemeklerin pişmesi  yarım saatti bulacak.

  1. ile konuştum. Birbirimizden farklı değiliz. Rutin ve bekleme. Okumayı, yazmayı, gezmeyi bekleme, eskiye dönmeyi bekleme. Olmayacak. Yüzde elli şansım var ve bu şansımı kullanmak istiyorum; eskisi gibi olmayacak hiçbir şey. Yüksek sesle güldük; ağlamamak içindi böyle olması gerekiyordu. Biz bir kum torbasıydık; gelen vuruyor, giden vuruyor…

Bir iki makale okudum. Kedileri sevdim. Sonra romanın bulunduğu dosyayı açtım. Yazdıklarımı okudum ve düşündüm. Bundan sonra ne olabilir? Ne olabilirdi ki? Aklıma rüyamda gördüğüm silah geldi. Avuçlarımı açmış silahı avcumda tutuyor, kameraya poz veriyordum, gülümsüyordum. Burada yazmayacaktım çünkü silahın ileriki sayfalarda bir şekilde patlaması gerekiyordu. Yani böyleydi eskiden. Oldu artık yazdım bir kere. Belki bir ara patlar. Elimden düşer de birisi alıp tetiği çeker. Günlükleri yazmaya devam ettiğim ve romanımın bitmediğinden, ölü bir anlatıcı yazarın             ‘öldüm’ diye yazamayacağı için… Bunlar mantık dışı olduğundan bir sıyrıkla kurtarırım kendimi.

Oğlum beni sınava çekti. “Kapitalizm nedir?” diye sordu. Bir cümleyle anlatmamı istedi. “Ben, küçük balık.”  Oğlum henüz çarkların arasına girmedi. Girdikten sonra hipnotize olacağı için, çalışmaktan morfin almış gibi dolaşacağından eminim, hiçbir şey hissetmeyecek. Oğlum şair, son yazdığı şiiri paylaşmasını bekledim ama sanırım uzun zamandır yazmıyor. Yoksa kesin bana okurdu.

Saat sekizde uyanacağım. Annemi aradığımda söylemiştim beni uyandıracak. O kendimi bildim bileli kilometrelerce uzaktan telefonla arayarak uyandırır. İlaç saatlerimde, iş zamanlarında, yolculuklarda ve her şeyde. Bana erken yatmamı söyledi. Ben bildiğimi yapıyor, yine oturuyorum.

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*