KİTAPLAR SAYFALAR HİKÂYELER  – 5 Mayıs  2024 / Pazar

 

KİTAPLAR SAYFALAR HİKÂYELER  – 5 Mayıs  2024 / Pazar

Son iki cümleyi yazabilmek için oturdum masa başına. Sahi bugün ne oldu?

Geç yattım, yine de erken kalktım. Uyuyamıyorum. Sadece yatıyorum. Birazcık uyusam, sersemliğim geçecek. Arkadaşım aradı. Bugün buluşalım, diyor. Olur. İkimiz de bal gibi iyi değiliz ve dışarı çıkacak gücümüz yok. Ama bunu bahane göstermeye de niyetli değiliz. Saat kaç olsun? Nereye gidelim? Ne ben belirledim ne de o. İkimizin konuşmaları öyle gelişti ki sonunda alt sokağımızdaki bir yerde bira içmeye karar verdik. O yürüyerek gelecek. Yataktan çıkmak için on dakikam daha var. Hazırlanmam kolay. Bir pantolon, bir kazak, spor ayakkabı… Hava soğuk monta devam.

İçeride bir masada iki kişi oturuyordu. Pencere kenarına, yola bakan masaya oturduk. Dışarıyı görmek istiyorum. Ama burası çok soğuk. Başka masaya geçiyoruz ve ısıtıcıyı açıyorlar. Sipariş veriliyor. İki ay görüşmedik ya birkaç cümle ile kısaltıyoruz arayı ve bugüne geliyoruz. Son haftam harika geçti. Ben, ben değildim. Ona da deniz kenarında geçen  tatili iyi gelmiş. Yanmış biraz. Saçları uzamış. Gülümsüyorum ona bakarak. Neden gülüyorsunuz? Dudaklarına, diyorum. Sosis gibi oldu dudakların. Sizce komik mi duruyor? Yooo sadece değişik. Hoşuma bile gittiğini söyleyebilirim.

Kız arkadaşlarını anlatıyor, onları anlamaya çalışıyor. Erkek arkadaşıyla, arkadaş bile olamadan, bir aylık ilişkisi bitmiş. Kız arkadaşına “Eski sevgilim geri dönerse seni bırakırım,” demiş erkek. Kız yine de deliler gibi seviyormuş onu. Hatta tatile götürmüş. “Sen geleceği görüyorsun, bu nedenle de ayrılıyorsunuz,” dedim. “Seni bırakacağını bile bile ilişkiyi sürdürebilir miydin?” Gerçi sürdürmeye çalışıyor ama aynı nedenler tekrar karşısına çıkıyor, ilişkisi son buluyor. “Aşkın ne zaman sana güleceğini bilemezsin,” dedim. “O zamansız gelir.” Ağzı açık kaldı. “Bunu siz mi söylüyorsunuz?” “İnan bana doğru söylüyorum. Ama ne kadar sürer bilemem. Bir gün, bir hafta, bir ay,” diyerek güldüm. Ellerini başına götürdü, uzun düz saçlarını geriye attı, elini çenesine koydu, başını eğip güldü.

Yazmaya devam ediyor musunuz, diye sordu. Eskisi gibi değil. Bazen işte. Dün akşam yazdım. “Sizin yazılarınızı çok beğeniyorum ama kurgusu yok işte. Heyecan yok. Devamı yok. Günlük.” Benim de yapmak istediğim bu. Roman yazmak istemiyorum. Günlük hayatın ritmini ellerimin arasında hissetmek istiyorum. İlginç bir hayatım yok. Oldukça sıradan, rutin. Aynı sokaklarda, aynı mahallede, aynı dükkanlarda… Sabahtan akşama kadar birlikteyiz burada çalışan insanlarla. Onlar da iş çıkar diye ayrılamıyorlar işlerinden. Sabahtan akşama kadar eczanede ilaç kokularının arasında oturmak, reçeteleri ellerinde olan insanlara hoş geldiniz demek zor olmalı. Hoş geldiniz. Ama iyi değilim.

İki şişe bira başımı döndürmeye yetti. Ortam keyifli oldu, gülüyoruz. Kendi hallerimize gülüyoruz. “Bir bakmışsın seni yazmışım bu akşam.” Gülüyor. “Ama o kadın aslında sen değilsin.” “Eeee…” diyor. “Kocaman sosis dudaklı, diye yazıyorum.” Elleriyle dudaklarını kapatıyor. “Yanında ben varmışım.” “Sonra…” “Sonra ben sana aşıkmışım.” “Yapmayın, korkutuyorsunuz beni.” “Roman yazmak için bunları düşünmeyeceğim. Ben sıradanlığı seviyorum. Sokaktaki insanın anlık duygusunu yansıtmayı tercih ederim.” “İnsanların arasında geçen olayları anlatsanız. Bir aşk hikayesi olsa içinde.” Sustum.  Aşk hikâyemi düşündüm. Yaşadığımız aşk değil de neydi? Daha büyük bir aşk yaşayacağımı sanmıyorum.  Bu aşkımızı da hiç yazmayacağım. Çocuklara yazabilirdim belki ama iki kirpinin hikâyesi başkası tarafından yazılmış. “Bir kadın arkadaşım bana âşık olduğunu söylemişti.” Bana baktı, sustu. “Doğru söylüyorum.” “Ne zaman oldu bu? Bana daha önce anlatmadınız.” “Yirmi yıl olmuştur. Benden karşılık alamayınca görüşmeyi kesti. Güzel bir kadındı.” “Hııım. Böyle bir şey yazsanız…” Onu düşündüm. Birbirimize nasıl da destek oluyorduk, beni bir başka türlü sevdiğini söylemeden önce.  “İnsan ilişkilerinden uzak duruyorsunuz.” “Hepimiz aynı şeyleri konuştuğumuzdan… Sıkılıyorum yazmaktan, düşünmekten, izlemekten…” “Dinlemekten?” “Dinliyorum sadece. Anlamaya çalışıyorum.” “Bazen bana söyledikleriniz önemli oluyor.” “Dışında kaldığım için. Oysa senin yaşadıklarını ben yaşasam, senden daha güçlü olamazdım.”

Havadan sudan konuşmadık. Kalktık. Ayrıldık.

Eve yaklaşmıştım ki bir kadının kedilere mama dağıttığını gördüm. Dört beş kedi etrafını sarmıştı. Kedilerin arasında iki karga, bir martı vardı. Onlar da diğer dört ayaklılar gibi yerde yürüyorlardı. Kanatlarını hiç açmadılar. Durup onları izledim. Siyah kedi mama kutusunun yanındaydı. Martı ona yaklaşınca sinirlendi, döndü üzerine atlar gibi yaptı ama o uçmadı, yürüdü. Kedi uzaklaşınca, martı hedefine doğru ilerledi. Kutudaki son kırıntıları yedi. Kargalar sıralarını bekliyordu. Kediler gitti. Yanlarından geçtim. Kargalar da martı da yürüdü etrafımda.

Apartman bahçesine girdim. Banka oturdum. Hava soğuk.

İçeri girdim. Karadut miyavlayıp duruyordu. Kızgınlıkta. Onu sevdim. Eme yanımıza geldi, bizi izledi. Onları ağlarken hiç görmedim. Ama köpeklerin ağladığını çok gördüm. Kedilerin ölüm döşeğinde bile direnişçi olduklarına tanık oldum. Karadut ve Eme acaba yalnız kalmak istediklerinde… Bir anda ikisi de ortalıktan kayboldu.

Oturdum hıçkıra hıçkıra ağladım.

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*