GÜNLÜKLER -69-
KENDİ HİKÂYESİNİN YALANI
Verdiğin bir başkasının ölüm ilanı biraz da kendi ölümünün ilanı değil de nedir?
*
Sahilde yürüyorum. Deniz yıldızları ölü. Geç kalınmış sabahlara. Güneş yakıyor. Ayaklarım yanıyor. Deniz. Deniz yıldızı. Deniz kızlarını anımsatıyor. Dalgalara bırakıyorum kendimi.
Denizin dalgalarıyla boğuşuyor ayaklarım ellerim, vuruyor denize. Bir adaya doğru. Her kadının bir adası var. Her erkeğin bir gezegeni var, dünyadan bir gül yetiştirir parlayan yeşil gezegeninde. Bir kutudur dünya, aşağıda. Kara kutu derler ya, enkazdan kalan her kayıta.
Bir ses, bir ses…
Bir…
Seees!
Kutuda!
*
Ben hiç ünlem işaretini kullanmazdım. Duyabileceğim kadardı sesim. Ünlem işaretleri yüksek sesle sorulan sorularla gizlenmişti.
Kaç noktalar eskittim yan yana. Kaç tek nokta koydum ama başa dönüp yeniden yeniden anlattım.
Bugün duramadı kalemim. Geçmişten şimdiye uzandı. Ah bir düşleyebilseydim geleceğini.
Kitaplar okudum, etkilenmek için. Başka başka. Oysa hiç bu kadar etkileyeceklerini düşünmemiştim.
Yarın kitap fuarına gideceğim. Milyonlarca kitap arasında… Kırık dökük olacak kelimelerim, cümlelerim eksik. Yazdığım gibi konuşamayacağım. Konuştuğum gibi yazamadığım gibi. Unutacağım yazdıkça dünyanın konuştuğu dili, gerçekliğini.
Yürüyüp geçeceğim, biri geçti diyecekler. Sarı kazaklı bir kadın. Gözleri dalgın kitapların kapaklarında. Görmedi bizi.
*
Denizkızı. Denizden geldi dün gece rüyama, kitap sayfalarının arasından. Denizden çıktığında çocukluğunun köşkleri kalmamıştı. Kadın yazarları düşünüyorum, denizkızlarını… Yıldızları gerdanlarına taksınlar diyerek denizyıldızlarını atıyorum denize.
Ah şu masallarım! Şu rüyalar! Şu düşler! Çocukluğumdan kalanlar değil, anlattıklarım ve hâlâ anlattığım, anlatacaklarım. Ah şu çocuklar! Şu dilsiz hayvanlar! Anlattıklarım! Doğa! Kaç yıl gebe kaldım, karnımda taşıdım, saymadım yıllarımı.
*
Doktor, midem bulanıyor. Canım kitap okumak istiyor.
Doktorumla sohbet ediyoruz. Reçete yazıyor, bana uzatıyor.
Reçetede yazıyor…
“Bay Mozart Uyanıyor”
“Proust’un Paltosu’nu daha okumadım.”
Gülüyoruz.
Oradan çıkınca yine kalemler alıyorum, mavi-yeşil. Yeni bir defter.
*
Evdeyim.
Anıları okuyorum kitaptan. Yazdıklarımız, anılarımız ne kadar uzak kendimize.
*
Yukanın çiçeğinin ömrü bir gün kadar kısa sürdü. Kısa mı dedim? Düşünsene seninle geçen beş yıl dokuz ay on gün zamanı! Kısa mıdır yani sence? Bütün ömrünü verdiği… Aşkla, sevgiyle…
*
Yaşasın! Kral öldü!
Kral ölmüş müydü? Bir duvara yasladım sırtımı, oturdum sırtımı verdim duvara. Gözyaşlarım… Demek kral… Doğru muydu? Çocuklar, kadınlar, yaşlılar… Ellerim yaş oldu ağlamaktan. Kral! İlk gün gibi nefesini yüzüme verdiği yüzü, ağzı, gözleri… Prens… Düşlerim… Ağladım. Kaç kocam öldü, boynu kesildi de böyle ağlamamıştım. Kral yasaklamıştı ağlamamı. Yaşasın!.. Kocalarımın ağıtlarını bile yakamadım, kraldan kralcı kocalarım.
Ağladım. Ağladım. Ellerimle ne yapacağımı şaşırdım. Kaktım, etekliğimi düzelttim, başörtümü… Bedenim giysilerimin içinde büzülmüş, ellerime bol gelmiş derim, gözlerim sönmüş. Kaç ömür tüketti bu ömür. Kaç yıl, kaç ay, kaç gün geçti bugün için. Demek kral…
Yaşasın! Yaşasın özgürlük!
Sesler gittikçe yaklaştı.
Yerimden kalktım. Yürüdüm.
*
Dışarı çıktım, yürüdüm ve ilk uğradığım yer elbette… Kitapların arasında bulacakmışım meğerse denizyıldızı ayraçlarını. Birkaç tane aldım. Masal gerçek olsun diye. Bunları Suat’ın, Tomris’in okuduğum kitaplarının sayfaları arasına koyacağım. Gerdanlarını süslesin…
Her düş inandım ki bir gerçeğe gebe.
*
Gün kararıyor, güneşin yüzünde bulutların gölgesi geziyor. Sarı ışıkları yanıyor sokak lambalarının. Bekliyorum göreceğim ilk yıldızı, sonra da kalkıp eve döneceğim. Gökteki yeşil, yerdeki mavi miydi? Karıştırıyorum ama bu çok normal. Çünkü her ikisi de kendileri. Hem yeşil hem mavi. Yeşil mavi. Bu da bir başka masala uzanıyor. Kendini yalanlayan hikâyeye.
*
Yeşil-mavi kalemleri bırakıyor, defteri kapatıyorum. Bir baykuş ayracı bir tek İshak, bu defterin arasında duracak, hep duracak!
Bir yanıt bırakın