KARALAMA DEFTERİ -2-
19 Şubat 2019
İki gözünü kapatıp açılan üçüncü gözünü kullanınca içinde yaşadığın dünyayı görürsün. İkisini kapa, üçüncüsünü dört aç.
Onunla sokakta geçerken ayaküstü tanıştırıldım. Gözleri yeşildi. Mat yeşil. Zayıf kuru yaşı ilerlemiş bir kadın. Hafif aksak yürüyüşü, çocukluktan kalma. Elleri küçücük.
Küçük elleriyle ellerimi aldı, bırakmadı bir süre. Soğuk ve kemikliydi. Parmak uçları nasırlı.
“Dükkânıma beklerim. Gel bir çay içeriz.” dedi.
“Vaktim yok ki. İşten çık eve koş. Belki bir ara uğrarım.”
“Bak şu sokakta. Küçük bir dükkân ama bana yetiyor.”
Etek boyu alırmış. Paça kısaltırmış. Elbiseleri tamir edermiş, yeni bedenlerine uygun yaparmış.
Bir pantolon aldım. Uğradım ona. Küçük bir oda. Odanın bir köşesinde kalın bordo perde. Arakasına geçip giyindim, çıktım. Pantolonun boyunu aldı. Hava soğuk. Kalorifer yok. Yanan iki çubuk elektrik ocağı.
Dikiş makinası, anneannemin dikiş makinasından antika değerinde.
“Burası çok soğuk, üşümüyor musunuz?”
“Ayaklarım üşüyor ama ne yaparsın.”
Ellerini uzattı. Tuttum, bırakmadı. Buz gibi.
Duvarlarda raflar, raflarda tozlu rengarenk kukalar, masuralar. Yığılmış kumaşlar. Bir iki tablo. Kendisi yapmış. Asılacak yer yok, öylesine duruyor yerde, sanki hemen kalkıp kapı dışarı çıkacakmış gibi. Kemiklerin üzerinde kendisine bol gelen deri. Damarlar mavi. İnce kalın çizgiler. Elimi bıraktı.
Elleri daha sonra rüyama girecekti.
Beni bırakmadı. Otur, dedi, çay içelim. Oturduğu yerde arkasına döndü, çay koydu bardağa. Bardak da dükkâna uymuş. Beyazını yitirmiş.
“Burada su yok, eve götürüp yıkıyorum. İdare et.”
Sigara yak, dedi. Önce kendisi yaktı.
“Burası küçücük, içmeyelim. Duman altı oluruz.”
“Ben içiyorum, sen de iç. Açarız kapıyı.”
Sigaramı yaktım. Kapıyı araladım. İçerisinin rengini daha net gösterdi dumanımız. Sokağa bakan yanı boydan boya cam, camın ardında kalın siyah boyasız demir parmaklıklar.
Ellerini birleştirdi. Elleri. Anlattıkça birbirine kenetlendi.
“Canım sıkılınca gelirim dükkâna. İş yok ama başka nereye gideceğim? Gidecek yerim yok. Olsa giderim.”
Ailedeki herkese bakmış. Annesine, babasına, kayınvalidesine ve kayınpederine. Elleri ellerinde vermişler son nefeslerini. Eşi hasta. Elleriyle yediriyor bazen. Yemek bile yemeden yattığı, depresyonda olduğu günler. Ellerini tutarken canlandı gözlerimde. Parmaklarının arasına aldığı elleri sıkıyor.
Sokakta onu her görüşümde ellerine bakıyorum. Kadınların ellerini tutuyor. Kadınların gözleri çökmüş, altları halka halka, mor torba.
Torununa bakıyor. Her şeyi ondan sorulur. Dersleri, aldığı terbiyesi. Üvey baba elinde büyümesindense, diyor. Ellerini sıkıyor. Her şey de yazılmaz ki. Anlatılır da yazılmaz. O anlatıyor, ben dinliyorum. Kırık, yırtık koltuğun ucuna yerleşmişim. Kalkacağım. Onun için yapabileceğim bir şey olmadığını düşünüyorum. Üzülmekten başka elimden bir şey gelmiyor. Beni bırakmıyor.
“Herkesle konuşamıyorum. Anlatsan anlamazlar ki. Sana anlatıyorum. Senin anlayacağın bir koca var bende, bir evlat, bir torun…”
*
Hasta olduğunu söylediler. Tozlu, rutubetli dükkân onu hasta etmiş. Sigarayı yeni bırakmış ama zor olmuş bırakması. Doktorları yasaklamış. Tahliller yapılıyormuş.
Bir güneş yüzü göremedi. Ne dükkânına girdi güneş, ne de o dükkânından dışarı çıktı. Köşedeki, yılların yükünü taşır gibi duran pastanede çay içerdik de güneşi görürdük. Elleri tutacak bir şey arardı, kendi elini tutardı.
“Kimse elimden tutmadı. Herkese rağmen her şeyi kendi başıma yaptım.”
Çok zayıflamış. Elleri…
Hastanenin soğuk renksiz çarşafları arasında elleri.
Yazmaya devam, küçük hayatlar büyük romanlardır
Küçük hayatlarımızı küçük küçük anlatayım dedim ama çok çok zor anlatabilmek. Teşekkür ederim yazma cesareti verdiniz. Sevgiler.