GÜNLÜKLER 27 Ekim 2019
Kitap masamın üzerinde, kapağına bakıyorum. “Çok Şey Yarım Hâlâ”. Ayşe Sarısayın babası Necdet Necatigil’i anlatıyor. Okurken çok etkilendim. Bugün bitti. Geçen aylarda Behçet Necatigil’in şiir kitaplarını almış, okumuştum. Düşünmüştüm. Ayşe Sarısayın’ın bu kitabından önce -birkaç gün önce yani- “Ansızın Günbatımı” romanını okumuştum. Bu roman da beni çok etkilemişti. Romanda yaşadıklarımızı görmüş duygulanmıştım. Burnumun direği sızlarken okumayı sürdürmüştüm. Zorlayarak kendimi esnemiştim ki nemlenmiş gözlerimi gizleyeyim. Sonra sonra sayfalar ilerledikçe yollarımız ayrıldı da hızla okumaya devam ettim. Roman bittikten sonra da yazarın Behçet Necatigil’i anlattığı kitabı okumak istedim. Şansa bak ki kitap okunacaklar arasında yer alıyormuş. Çok önceden okunması düşünülmüş de zamanın gelmesi bekleniyormuş. Yoksa kapalı dolaplarda tuttuğum bu kitabı aramak zahmetine girecek belki de okuma sırası gelmeyecekti.
İkinci kitabı okudukça yaşantısı ile birlikte iç içe geçen şiirleri daha iyi anlamaya başladım. Yıllar öncesinde mi kaldı, diyordum ne. “Kitaplar yazarların önüne geçmemeli. Yaşantıları değil romanları ve şiirleri anlamak önemli.” Kim olduğu nasıl yaşadığı bilinerek mi romanlar şiirler okunur?
Bu düşüncemi gözden geçirdim. Ece Ayhan’ın günlükleri okurken ne denli etkilendiğimi anımsadım. Şiirlerin doğuşunu görüyordum kısa günlüklerde. Altını çok çizmiştim kısa cümlelerin. Günlüklerde yer alan şiirin doğumuna çalışan birkaç dizenin varlığı…
Orhan Veli’nin bir şiirini okumuş çok geçmeden de bu dizelerin hangi olaydan dolayı yazıldığını öğrenmiştim. Beni çok etkilemişti.
Şiirler belki şairlerin yaşantılarıyla birlikte gitmesi doğaldır, diye düşündüm.
Ya romanlar ve öyküler? Yazarlarının yaşamlarını öğrenmenin okura katkısı ne olacaktı? Yazarı tanımak için miydi; yaratıcılığına tanık olmak için mi? Yoksa romanını daha iyi anlamak için mi? Bildiğim bir gerçek artık romanların yollarını yazarlarından ayırdığıydı. İkisini birlikte ele alan okur naif miydi?
Ayşe Sarıyan’ın romanını okuduktan sonra ne düşündüm de beni anlattığı yaşantıyı okumaya yönlendirdi?
Behçet Necatigil’in Bile/Yazdı kitabını da okumaya başlamış ama başka şeyler araya girerek okumayı ertelemiştim. Şimdi yanımda olsa bu gece okuyup bitirebilirdim. Zamanı gelmişti.
Şiir yazmayı istemiş karalamıştım bir zamanlar. Karalama bile değillermiş. Bazen deneyimlerimden, yaşadıklarımdan çıkarıp “Demek ki açıklaması buymuş; ben böyle düşünüyorum…” demem ve düşüncemi sahiplenmem büyük yanılgıymış. Bunlar zaten varmış ve herkes aynı yolun yolcusuymuş. Okudukça anlıyor insan. Önce tökezliyorsun, yanlış çıkarımlar ve sorularına eksik yanıtlar alıyorsun. Sonra yol devam ettikçe ifade edişin değişiyor, sapılan yanlış yollardan dönüyor aynı yola giriyormuşsun. Yani kısaca “Ben böyle düşünüyorum.” demem ya da denilmesi doğru değilmiş.
Ben düşünmemişim. Okudukça düşündürmüş ve doğrusu anlaşılır olmuş yazılar ve şiirler. Anlamak, biraz da gelinen yaşın etkisi oluyormuş.
Ne diyebilirim ki sessizce bekleyip herkesin aynı yolu geçmesini deneyimlemesi gerekirken. Anlatılanın anlatısı olur mu? Olur elbet de kimin etkisinde kalarak, hangi anlatının, incelemenin, günlüklerin, makalelerin etkisini taşıyarak.
Şiir üzerine yazılabilir mi? Açıklanabilir mi? Sait Maden’in şiirlerini dergilerden takip ederdim. İstanbul’da kitap fuarında stantta kitaplarını imzalayan şairi görünce heyecanla yanına gitmiş kitaplarını imzalatmıştım. Bana okuduğum şiirden ne anladığım sürekli sorulurdu ve yanıt veremezdim. Bunu Sait Maden’e söylemiştim yüzüm kızararak ve utanarak. “Anlatamıyorum”. Sait Maden’in söylediğini doğru anlamıştım umarın ve doğru aktarıyorumdur. “Şiirler anlatılmaz.” “Evet beni başka dünyalara götürüyor ama anlatamıyorum. Bir ezgi gibi alıp götürüyor.” “İşte bu” dedi.
Oğlumla kitap fuarındayız. Sanırım ikinci sınıftaydı. Romanları olan bir yazarın yazdığı çocuk kitabını oğluma imzalayarak vermesi etkili olacak ve okumayı sevdirecek. Böyle düşünüyorum. Heyecanla gülümseyerek yanına gidiyorum. Anlatıyorum. Bir tebessüm arıyorum yüzünde, oğluma vereceği en büyük destek diye düşünüyorum. Bu tebessüm oladı. Belki de tüm neşeli hallerim ve gülerek karşılamam, oyunlar oynamak onlarla çocukları sevmem bu yüzden olmalı.
Bugün bir başka şey de oldu. Zamanın nasıl değiştiği söyledim gençliğe adım atmakta olan bir çocuğa. Ona annemin hayatını anlattım birkaç cümle ile ve o yıllarda izlediğimiz filmleri. Ardından benim yetişkinliği anlattım. Parçalanmış bölünmüş yaşantımı. Ardından benim yazdığım yazıya bir örnek verdim. Baktım bir anda gözlerini kırpıştırmaya başladı. “Ne oldu yoksa ağlayacak mısın?” Başını salladı. “Ne inanıyorsun ki buna. Bunların hepsi geçti Sen bunları benim anlattığım gibi anlatmayacaksın ki. Güleceksin. Ne kadar saflarmış bunlar.” Güldüm. Kıkırdadık birlikte. “Hakkımızı isteriz. Söke söke alırız. Ağlamayacağız!” Sonra da parmaklarımı şıklatıp oynamaya başladım. “Çok ağlayacağım çok ağlayacağım…” Nasıl da kıkırdıyor. “Bugünleri nasıl anlatacağımı öğrendiğimde sana da öğreteceğim” dedim. Ne zaman olur, ne zaman yeni kuşağı anlamayı öğrenirim, bilmiyorum. Hatta öğrenebilecek miyim bunu da bilmiyorum. Denemeye değer. Bugün arkadaşımla telefonda konuşurken bana bir şey anlattı. “Karıncaya sormuşlar. “Nereye gidiyorsun?” “Bağdat’a” demiş. “Bağdat çok uzak oraya gidene kadar yolda ölürsün.” “Olsun. En azından yolunda ölürüm.”
Bu günlüklerimin nasıl anlaşılacağını bilemiyorum. Ama düşüncelerimin okudukça değişeceğinden hiç kuşkum yok. Her kitap bir dünya. Bu benim düşüncem değil elbette.
Çocuklara okumayı nasıl sevdireceğiz sorusunun yanıtını herkes bilir ama yine de yazardan eğitimciden, pedagogdan duymak isterler. Aynı yanıtları alırlar. Aynı yanıtlar, “ben böyle düşünüyorum” ile başlayıp gerisi aynı şekilde gelmesi. Bir de veliler başka yanıtlar beklese ya. Ya da sorularını değiştirebilseler. “Ben nasıl okumayı sevebilirim? Okumak için neler yapmalıyım? Hangi kitapları önerirsiniz? Yazmak için ya?”
Önce kendini düşünmeli yetişkin. Dünyayı değiştiremedikten sonra otuz yıl sonrası için çocuklara yüklenilmesini hiç doğru… Doğru bulmuyorum bulmuyorum ama benden önce bunu bir başkası da düşünmüş olmalı ki düşünüyorum diye sahiplenmekten çekiniyorum.
Okunacakların arasında neler var? Başladım bile. Üçü bir arada. Belki de dördüncü de yer alır. Bütün bu birlikte okumalar okunanları anlamayı kolaylaştırdığını fark ettim. Yaşasın düşünmedim dedim; demek ki deneyimlemiş ve süreklilik de sağlamışım.
Bugün de böylece bitti.
Bir ezgi ve sözler dilimde. “Çok ağladım, çok ağlayacağım.” Bu işe yarıyor hemen ardından gülümsüyorum.
“Çok Şey Yarım Hâlâ” bugün yarın ve sonraki günler için ne kadar anlamlı.
Şimdi okuma saati
Bir yanıt bırakın