25 Ekim 2019 Mektup
Sevgili Duygu,
Bir oldu yok. İki oldu yok. Uyku yok. Yazmasam uyuyamayacağım. Yazmam gereken belki de bir mektup. Seni seçtim bu gece. Saat hızla ilerliyor. Tik takları kulağımı tırmalıyor. Tik tak tik tak…
Bugün güzel bir gündü. Üç kişiyiz. Edebiyat bizi bir araya getiriyor. Söz dönüp dolanıp okuduklarımıza dönüyor. Düşünüyoruz.
Ayrılma saati geldiğinde biraz daha saatleri ileri aldık. Karanlık iyice çökmüştü kente ve ışıklar sarı ışıklar yanmıştı. Güllük gülistanlık kent. Deniz kokusu taşıyor rüzgâr. Mesudum bir kedi kadar. Kıvrılıp yatmak var bir köşede. Hiçbir yere gitmemek. Kedi mi olsak ne!
Eve geldim. Masalları düşünüyorum. Yaşadıklarımız nasıl bir masal gibi anlatılabilir? Gözümü diktim tavana. Düş kurdum. Oysa durmadan içine çekmeye çalışıyor yalın bir anlatımın cümleleri.
Aramıza katılan genç kızı düşündüm. Nasıl anlatacak yıllar sonra bizi? Nasıl! Biz gençken izlediğimiz filmleri yıllar sonra nasıl da eleştirmiştik. Üzerimize giyinivermiştik masallarını. Beklemiştik. İnanmıştık. Konuşmuş değiştirememiş, susmuş yine değiştirememiştik. Yazmıştık da yine eksik kalmıştı bir yanımız. Bizi en iyi anlatan dışarıdan birisiydi. Ne korkunçtu ama. Biz yazınca gözyaşlarımız akar, gözyaşı akmazsa burnumuz sızlar. Bizi anlatanları okudukça böyle olmalı dedik bugün. Çözüm aradıysak da bulamadık, duvarlara çarptık. Kalemlerimizin ucu kırıldı da kalemsiz kaldık.
Yıllar sonra nasıl anlatılar bizi? Yazdıklarımızı olsa olsa yeni kuşaklar masallara dönüştürür.
Bir varmış bir yokmuş. Ev içlerinde kapı arkalarında saklanır, herkes gittikten sonra peri olup evi toparlamış. Gidenler akşam eve döndüklerinde ortalığı toplanmış, çamaşırları yıkanmış, sofra kurulmuş olurmuş. Masanın başında da periler kadar güzel bir genç kadın ayakta dururmuş. Yaşlı kadın odasından çıkar, kendisiyle gurur duyarmış, yaptırdığı bunca şeyin olmasa yapılmayacağını düşünürmüş. Yemekten sonra ortalık dağılır, çamaşırlar atılır, herkes kendi koltuğuna kurulurmuş. Peri kadın kimseye görünmeden arkalarını toplarmış, her geçen gün karnı büyürmüş. Herkesi yatırdıktan sonra geceliğini giyer, karnındaki cenine uyuması için masallar anlatırmış.
Bu da ne ki, sen gel de devamını dinle. Ama bu gece benden bu kadar.
Kitap okumaya geç saatte başladım. Kendimi kaptırdım, dinliyorum sessizce. Bir şairin hayatı anlatılıyor. Anlatının aralarına yerleştirilmiş şiirleri, dizeleri. Son zamanlarda biyografi okumayı seviyorum. Bir de yazarların günlüklerini. Yine de yazarların hayatlarını romanlarından ayırmayı çok şükür ki yapabiliyorum. Dileğim böyle devam etmesi. Ya şairler. Onlar için aynı şeyi düşünemiyorum. Yaşadıklarını öğrendikçe dizelerini anladığımı düşünüyorum. İki dizenin hangi yaşanmışlıktan damıtıldığını anladığımı düşünüyorum. Hele şairlerin günlükleri yok mu, şiir gibi akıp gidiyor hayatları. Bazen de imreniyorum o dönemlerdeki yazarların şairlerin bir araya girip kendilerini geliştirmelerini. Bugün üç kişiyiz ya, bir an düşündüm ve dedim ki, biz de okuduklarımız kadar yazdıklarımızı da konuşacağız. Bu gerçekten düş gibi bir şey. Düş görmek iyidir, gerçek olması için ilk adım atılmış sayılır.
Bir ara yazdığım hikâyenin hikâyesini de yazmıştım. Neresi gerçek neresi kurgu anlatmıştım. Bu ikinci hikâyeyi yazmak hoşuma gitmişti. Ey yazar, sen nerede varsın nerede yoksun? Ben!
Küçük çocuklar okumayı ilerlettiklerinde, okuduklarını anlatmaları istenir. Ben anlatıcı kendileri olur da öyle anlatılar. Onlara öğretinceye kadar çabalarsın. “O kitaptaki kişi sen değilsin. Anlatırken “O…” diye anlatmalısın, kendini değil onu anlatmalısın.” Kendi dışımıza çıkmak için kaç kitap okumak gerekir kim bilir? Bildiğim kadınların kendilerini anlattıkları kitapların ucu bana da dokunuyor da bir türlü “o” diye düşünemiyorum. Başlıyorum sohbete. Bir o anlatıyor onu dinliyorum, bir ben anlatıyorum beni ben dinliyorum. Ben yalnızca benden ibaret değil, bendeki diğer kadınlar da yer alıyor. Yıllar sonra çocuklarımız bizim için ne diyecekler kim bilir? Dünya başka bir gerçekliğe bürünecek, bundan eminim.
Sana seni anlatmayacağım. Sana kendimi de anlatmayacağım. Başka kadınları anlatacağım ama ya dersen bu sen misin? Ne derim sana?.. Bu topraklarda yaşayıp da ucu bana sana dokunmayan mı var? Bana sana dokunmasa da kesin sıyırıp geçmiştir bir yanımızı. Yazı hayatına bize iten neydi hiç düşündün mü? Ben düşündüm.
Okunan romanlardaki olaylar öncelikti. Özetler çıkarılırdı. İkinci okumada altı çizilen cümleler paragraflar oldu. Bak şimdi düşündüm; belki de sosyal medyada bu cümleleri paylaşma nedenlerimiz de bu olmalı. İkinci okuma. Dokunma. Dokunuyor hem de çoook dokunuyor. Bundan sonra ne gelecek, şimdi sırada ne var?
Toplumdaki her kadının ve her erkeğin yaşadığı travmaları var. Bu yaralarla kefene girmemeli insan. Beni sen anlat, demek de biraz haksızlık gibi geliyor bana. Kendi hayatlarını yaşamalarını istediğimiz gençler bizimle oyalanmamalı.
Bugün seni düşündüm. Uzun bir aradan sonra yine buldum seni. Bıraktığımız yerden devam edebilmek umuduyla.
Ben.
Not: Ece Ayhan’ın günlüklerini tekrar okumak istiyorum. Şiirsel bir dille yazılmış bu günlüklerde şiirlerinin izlerini sürüyorum.
Merhaba Nermin. Mektubunu izninle paylaşıyorum. Yaşadıklarımız bazen bize masallar yazdırabilir. Sonra da bu masallar bize “Yaşadıklarım meğer bu masalları yazabilmek içinmiş.” Dedirtir.
Yazılanların yolunuzu aydınlatması ne güzel. Yolculuk okudukça sürüyor. Sevgiler.