GÜNLÜKLER – 2 Aralık 2019

GÜNLÜKLER  – 2 Aralık 2019

Zamanlama nasıl da uygun oldu. Stephen Grosz’un İncelenen Hayatlar, Kendimizi Nasıl Yitirir Nasıl Buluruz adlı denemelerini okumaya başladım. Bir anlatı daha okumak istemedim çünkü Marc Auge’den çok etkilendim ve bir süre daha anımsamak istiyorum. Hatta yazarın diğer kitaplarını da (ikisini) sipariş ettim.

Grosz’un denemelerini bölüm bölüm okuyacağım için kolay olacaktı. Benzer kitapları okumuştum. İnsanların derinlerinde sakladıkları, gün ışığında olup da ifade edemediklerinden  yaşadıkları sıkıntıları elbette biliyorum. Bunları aşmak için psikanalizden yardım alınması gerekiyor. Bunun dışında alınan destekler yalnızca alevlerin parlamasına engel oluyor; kor için için yanıyor.

Bu aralar bipolarlar için araştırma yapıyorum. Çözmem gerekenler var sanırım. Bir Yuka Hikayesi’nden sonra gelecek ikinci bir roman. Bir üçüncü romanı yazmamak için üzerinde araştırma yapmam gerekiyor. Anlatılması kolay bir durum değil. Bazı gruplardaki paylaşımları takip ediyorum. Belki de bunun için ayrı bir günlük tutmaya başlamalıyım. Ama ben kimseye yardımcı olamam. Sorunlar ancak uzamalar tarafından çözüme ulaştırılabilir. Yapabileceğim tek şey ya da yapmak istediğim toplumda bipolar insanların da çalışma hayatlarının olabileceği, evlenebilecekleri, çocukları olabileceği… Birçok örnekler var ama kimse bunu söyleyemiyor. Çünkü toplum tarafından hasta damgası yemek istemiyor. Ailelerin de nasıl davranacaklarını bilmediklerini okuyorum. Bipolar kişinin bile kendisine nasıl yardımcı olabileceğini bilmediği kanısındayım. Belki faydalı bir şeyler paylaşabilirim ama bundan henüz emin değilim.

Benim yaptığımı herkesin yapabileceğine inanıyordum. Okuyarak öğrenmiştim. Çevremde çok değerli arkadaşlarım olmuştu ve beni okumam yazmam için desteklemişlerdi. Benzer bir yoldan herkes geçebilirdi. Çocukluktan gelen bir inançla; “İstediğinde yapabilirsin, iste, en iyisini yapmaya çalış.” Bu sözü sanırım yanlış anlamıştım yani iş için algılamıştım. Yaptıklarım yani. İşe odaklı bir bakış açısıydı. Ama bu arada kendimi düşünmeyi unutmuşum. Kaybedecek bir şeyim yok derken, kaybedeceğin en değerli şeyin ruhsal denge olduğunu öğrendim.

Bugün okuduğum kitapların arasında geçmişte okuduğum kitaplar yer almıyor. Birçoğunu unuttum ama sezgisel olarak içimde yer aldıklarını yaşadıkça ve tekrar dönüp o kitapları okudukça fark ettim. Yıkıcı Duygular ile Nasıl Başa Çıkabiliriz?  Daniel Goleman. Sonra Düşünce gücü, pozitif düşünce gücü ve şimdinin gücü ve benzeri kitaplar… Eckhart Tolle kitapları, Tekrar Bağlantı… Osho ve Krishnamurti ve Dalai Lama. Gestald Terapisi… Nasıl unuturum İrvin Yalom’u. Erich From… Aklıma gelmeyen birçok uzman. Bunun yanı sıra okuduğum kitaplar, araştırma inceleme deneme makale… Bana okuduğum bu kitapları neden okuduğumu sormuştu bir kadın; anlamıyorsun ki bunun üzerine üniversite okumadın. Bir cümle anlasam bile yeterliydi benim için. Ya eğitim kitapları… Mektuplar. Kafka, Zweig. Satranç, Dönüşüm. Aşk masallarını yazan Ahmet Altan’ı. Susanna Tamaro. Milan Kundera. Ya çocuk kitaplarını… Michael Ende, Foucault… Hapishaneler, tımarhaneler… Ya mitoloji ve efsaneler… Camus… Simone de Beauvoir, Woolf, Pavese… Tutunamayanlar… Aziz Nesin, Sait Faik, Sabahattin Ali, Adalet Ağaoğlu, Latife Tekin,  Necla Arat…  Adlarını unutmadığım birçok yazar, yazsam sayfalar alır. Bir çocuğun okuma yazma öğrenmesi gibi ağır ağır ilerleyen zamanın peşindeydim. Kuantum…

Her şeyi çorba yaptım. Şu anda mutfak dolu ama ben yazamıyorum. Çocuk kitapları dışında. Belki de istemiyorum. Okumak daha iyi geliyor bana.

Yıllarca yaratıcılığımı yeniden kazanmak için gittiğim yaratıcı yazma atölyeleri…

Yıllarca gittiğim psikyatristin danışanı oluşum. Psikoterapiler, Gestalt Terapisi…

Daha başka?..

Birçok şey yapmışım, birçok işimin arasında. Ama İngilizcemi ilerletemediğim için üzgünüm. Kitapları okumak isterdim. Ama şimdi istemiyorum. Türkçe’yi doğru şekilde öğrenmeyi, kelime dağarcığımı geliştirmeyi istiyorum. Gördüğünü, sezgilerini, düşlerini, masallarını en iyi şekilde anlatabilmek için. Kendini ifade edebilmek için.

Bütün bunların sonunda bipolar hakkında yazma cesareti göstermemi umuyorum. Ama ben uzman değilim. Kimseye yardımcı olamam. Dün bitirdiğim romandaki okuduğum son bölümlerine katılıyorum; birey ancak kendisi için bir şeyler yapabilir, kendine yardımcı olacak kişi yine kendisidir. Ağlanacak bir omuz iyi gelmeyecektir. Komün yaşamlar da insanları kurtarmayacaktır.

Birisine yardım edebilirsiniz ama bu arada kendinize zarar verebilirsiniz ve bunun için de destek almanız gerekir. Ne yazık ki toplumumuzda size yardımcı olacak bir merci yok. Psikiyatristte yıllarca taşınırsınız, başkasına yardım ederken kendinize verdiğiniz acıların telafisi için. Dünya gerçekten de çok acımasız. En yakınızdaki insanlar da sizinle harap olur.

Okumuş yazmış olabilirim ama bir alanda okuma yapmadığım, bunun yerine çorba yaptığım için bu çorba yalnızca bana iyi gelebilir. Herkes mutfağında kendi çorbasını yapmak zorunda. İhtiyaçlarına göre. İnancına göre. Biraz tuz ve acı, biraz tatlı, çorbaya tat vermez. Manik depresif olursunuz. Yine son okuduğum romana göre sadece birine inanmanız doğru olduğuna inanmanız gerekiyor. Yoksa iki ucu b. lu değnek.

İşim gücüm okumak ve seviyorum. Yazdıklarım kadarıyla size de iyi geliyorsa ne mutlu, başkası elimden gelmez.

Bir şey daha öğrendim. Bu da elbette yıllarca aldığım terapilerden olmalı; herkesin bir hikayesi olmalı. Ne klasik bir hikaye ne de postmodern bir hikaye. Bu dünyanın gerçekleriyle dalga geçecek bir hikaye bulmalı.

Travmalarımız var derken ve Ömer Seyfettin’i, Kemalettin Tuğcu’yu anarken, bugünün çocuklarına bugün neler okuttuğumuzu düşünmeliyiz. Gerçi çocukların kitaplardan bir şey öğrenmediğini de artık kabul etmeli ve bu gerçeği açık açık birbirimize söyleyebilmeliyiz. Ne kitaplar ne de öğretmenler. Bunu görmek gerek. Ekranlar fazlasıyla geleceklerini şekillendiriyor. Şimdiki zamanda çocuk olmak istemezdim. İyi ki büyüdüm.

Kendinize değer verin ve birisinden yardım isterken onu da düşünün. Romanlarda okuduğunuz başka dünyaların insanları değiliz. Gün içinde bir ömürlük yaşamlarımızın hikayesini yaşıyoruz. Geçmiş, şimdi ve gelecek.

Bu kafesi ben yaratmadım. Bize sunulan mekanlar ve bize verilen eğitim ve birbirimizin ayağına çelme takmalarımız (farkında olarak ya da olmayarak).

Dün yazdığım yazıyı paylaşmak istiyorum:

Benim gibi bir insanla yaşayabilir miyim? Şüpheliyim. Belki birkaç yıl önce olabilirdi. Ama şimdi her şeyi kurgu olan bir dünyasıyla asla olamazdı. Bir yalancı yeter. Fazla bile.

Birkaç kelime bile yeterli geliyor kurgulamaya. Başkası başkasıdır ama aynı hikayeleri dinleriz nedense? Biz gibi… Gel de kurma, gerçekler söylenmediği için kurmacasız bu dünyada. Yok, bir ben iki ederse fazla gelir. Eme ya da Emo yeter. Sessiz. Aynı dili kullanıyoruz, sanırım yirmi kelimeyi geçmiyordur.

Bitti.

 

 

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*