HER YANIM MAVİ  BÖLÜM -III

HER YANIM MAVİ

BÖLÜM -III

 

Otobüs, Günyamaç durağında durdu. Baktı. Görünmüyordu. Okulun, tepede kaldığını biliyordu.”

Mahallenin etrafı sitelerle çevrilmiş. Bayram öncesinde kentin kurbanlarını karşılayacak koyunların, ineklerin toplanıp barındırıldığı büyük arazide şimdi apartmanlar yükseliyor. Trafik  yoğunlaştı. Yol iki şeride indi. Nadasa bırakıldığını düşündüğüm topraklarda beş katlı binalar  yükseliyor. Birkaç yılda boyaları dökülmüş, sıvaları görünmüş.

Benzin istasyonunun karşısındaki durakta indim. Karşıya nasıl geçeceğim? Araçların arkasında, önünde kadınlar, gençler, yaşlılar. Telefonum çaldığında, benzin istasyonunun yanındaydım.   Nerede olduğumu sormuştu ki;

-Sizi gördük öğretmenim.  Dümdüz yürüyün. Karşınızda bizi görürsünüz. Nurullah’la ben…

İki delikanlı bana gülümsüyor. Nurullah’ı tanıyamadım. Üzüldü. Saçlarının koyulaşmış olduğunu söyledim. Hakim yakalı beyaz gömlek giymişti. Yüzünün bir kısmını saçları örtüyordu. Elleri sürekli önünde birleşmiş duruyor. Hemen arkalarında kızlar göründü. “Aaa! Öğretmenimiz geldi!” diye bağırdılar. Yanımdan sessizce geçselerdi, onları tanıyamazdım.

Öznur, sürekli konuşuyor. Konuşmazdı. Kırmızı baş örtüsü boynunu sımsıkı  sarıyor, uzun ince görünüyor boynu, uçuk mavi göz farı. Gözde’nin iri iri gözleri. Siyah rimelli, gece mavisi gözlerini, hafif boyalı kalın dudaklarını, incecik kaşlarını baş örtüsü çerçevelemiş.  Gülseren de… Diğer üç genç kız, saçlarını gizlememişti. At kuyruğu yapmışlar, anlaşmışlar gibi. Boya yok yüzlerinde.

İki pastane vardı. Dışarıda yeri olanı seçtim. İki masayı birleştirdiler. Ne içeceğimizi sordular. Kararsız herkes.

-Öğretmenimizle yıllar sonra buluşuyoruz. İlkokul öğretmenimiz, demeseydi Bahri, garson masamızdan yüklü bir sipariş almadan ayrılmayacaktı.

Garson, iki çay, iki küçük pet şişede su, üç boş bardak ve iki meyve suyuyla döndü. Benim söylediğim kuru pastalar, plastik tabakta getirilip ortaya koyuldu. Biz konuşmaya başlamıştık bile. Bir ben soruyorum, bir de onlar soruyor.  Sevda yanımda oturuyor ya;

-Mavi Kapı’yı hatırlıyor musun, diye soruyorum.

-Unutur muyum, öğretmenim. Yazacağım. Bir gün yazacağım, dedi.

Mavi Kapı, Sevda’nın öyküsü. Postaladığı mektuplar, iki yıl devam etti. Sınıfımızı anlatan mektuplar.  Yoksa kendi çocukluğu muydu, anlatmak istediği?

      “Okulun kapıları mavi. Gökyüzü mavi. Deniz mavi. Önlükler mavi.”

Kapıların çoğu kapanmazdı. Duvara yaslanarak dursalar da bir kapımız vardı. Ayrıntıya gerek var mı? “Ben başardım! Onlar da çalışsın başarsın!” derdi arkadaşım. “Böyle söyleme. Karşılaştırma yapma!” derdim. Söylemek kolay;  ikimiz için de kolay.

Mavi gökyüzünün altındaki fidanlar, maviyle randevulaşmış gibi hızla büyüyordu. Havalar ısındığında, kendilerinden de küçük gölgelerine sığınırdık. Altlarındaki çocuklara, dallarından düşen meyveleri gibi seyrediyor, fidanlar. Kitap okumayı seviyor çocuklar.

-Yeniden çocuk olsam. Sizin öğrenciniz olsam. Ne güzeldi çocukluğumuz. En azından okulda yaşadıklarımız güzeldi, dedi Aysun.

-Anımsıyor musunuz?

Anlattığım masalları anımsamıyorlar. İlgilerini çekmedi.

-Yamaçtan aşağıya yuvarlanan topun arkasından nasıl koştuğunuzu…

Mavi toplarını da anımsamadılar.

 

 

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*