MEKTUPLAR -3-

MEKTUPLAR -3-

Sevgili Lili,

Mektup gibi başlıyor. İyi. Uzak ülkelerin gecekondusu… İyi. Sonra Marksizm?.. Sonra malum kişi.

Sonra Sait Faik sonra Dostoyevski. Sonra betonlaşma… Daldan dala… Sen de anlattığın serçeler gibisin. Ben de dut yemiş bülbül… Yazayım dedim ne yazacağımı bilemedim,

demişsin. Biliyorum canım. Sana yazma olanağı vermedim. Bir konu seçmeli ve yazmalıydım. Seçim yapamadım. Ama kadınların dünyalarından uzaklaşmamalıydım. Kadınların anlatmadığı dünyaları var. Anlatsalar büyü bozulacak. Büyüsü bozulacak dünya, hangi dünya olurdu, emin olamadım. Kim olduklarını küçükken öğreniyorlar. Daha doğrusu öğretiliyor.

Zaten yaramazdı, dediklerinde düşünüyorsun ‘Neden acaba?’ Neden?

Zaten çalışmazdı, çalışsa zehir gibi olurdu. Neden?

Zaten pabuç gibiydi dili. Neden?

Zaten…

Neden sorularının yanıtları da başkaları tarafından veriliyor. Anne, baba, öğretmen, rehber öğretmen, doktor… Eş?.. Çocuklar?..

Hey, ben buradayım!

Şaka şaka. Bu bir oyundu.

Şimdi bana, inanmam gereken bir hayat hikayesi gerekiyor. Bir kadın hikayesi. Kadınlar demeliydim.

Bugün arkadaşımla buluştum ve… Şaşırdım. Nasıl oluyor da hayal kuramıyorduk? Herkes aynı hayalleri kuruyor. Korku hayalleri de olur mu, oluyor işte. Hayaletler kol geziyor sağımızda solumuzda, önümüzde, arkamızda. Bir kapı hayal ettik. Açmadan önce arkasında ne var, düşleyelim dedik. Olamaz, her şey aynı. Ayrı kent, ayrı ev… Ayrı ayrı ama… Yine mi? Kapının arkasında aynı insanlar ve kendimiz. Kendimizle birlikte bildiğimiz korktuğumuz ne varsa taşımışız. Birkaç gün sonra olabilecek her şey… Konuştukça battık, battıkça kaçtık. Oysa ev – iş koşuşturma arasında soluklanmak için buluşmuşuz. Orada iki kişiydik ve bizim hayaletli hikayelerimiz, başkalarının hayaletleri yanında çok sevimli kalıyordu.

Döndük kendi dünyalarımıza.  Derin bir soluk almaya çalışırken telefona mesaj geldi. Seda saçlarını yaptırmış, fotoğrafını göndermiş. Ne güzel, ne mutlu. O ve küçük cins köpek E. Biz de ona fotoğrafımızı gönderdik. Deniz, güneş, balıklar, tekneler ve biz. Karemizde bir de leylek çıktı. Mutluyuz. Üçümüzde biliyoruz hikayelerimizi hiç yazmadıklarımızdı. Alçak sesle konuştuklarımızı yazmıyoruz. Sana bunları yazmak istemiyorum. Yüksek sesle şu anlattığımız hikayeleri yazmak isterdim. Her zaman yaptığından, dediğini işitir gibiyim.

Ne duruyorsun, yazsana.

Yazamam ki.

Neden?

Yüksek sesle anlattıklarımız daldan dala atladıklarımızdır. Ağacı sana nasıl anlatacağımı bilmiyorum ki.

Bir yapraktır ki korur güneşten, bir diğeri rüzgârdan, yağmurdan bir başkası… Dallar ince, kalın ve bin bir türde kalınlıkları. Yukarıya baksan aşağısı görülmez, aşağıya baksan yukarısı görülmez. İşte öyle kocaman bir aileyiz biz.

Öyle kocaman bir aileyiz ki…

Sevgiler.

 

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*