MEKTUPLAR -21-
9 Ekim 2018
Sevgili Lili,
Bugün sana beş dakikada anlatabileceğim şeyleri anlattım. Konuşma bittikten sonra kitapları elime alıp alıp bıraktım. Okuduklarım kısa öyküler, kadın yazarlardan. Lili canım sıkkın. Sen de demiştin ya ‘Canım sıkkın”. “Paylaşmak ister misin?” diye sormuştum. Anlatmadın. Ben de anlatmamalıyım.
Bir kadını düşünüyorum, yatak odasına geçiyor, içeriden çıktığında gözleri şiş. Kadın yatak odasının dışında ağlamamalı, demişler ona. Şimdi ağlamak istese de ağlayamıyormuş. Şimdi ağlamanın yerine ne koyduğunu merak ediyorum.
“Öyle bir güldü ki yer sarsıldı. Bir yandan da bir eliyle kızarıklığı henüz geçmemiş yanağını tutuyordu.”
Bana ne onun yanağındaki izden, değil mi?
“Kızarıklığını gizlemeye çalıştıkça daha da kızarıyordu yanağı.”
Elimde değil, neden olduğunu düşünmeden edemiyorum. Oysa ne anlattığı önemli olmalı. Anlatmadıklarını neden ben anlatayım, öyle değil mi? Böyle anlatılan çok hikâye var zaten.
“Sarı saçlarının perçemleri gözlerinin önüne düşmüştü. Zarif ellerini sanki kırılacak bir şeyi taşır gibi taşıyordu bilekleri. Parmaklarındaki yüzüklerde değerli taşlar vardı. Biri beyaz, aytaşı. Diğeri mor, ametis. Bileğinde saat. Sık sık saatine bakıyordu.”
Bir türlü ne anlattığını yazmaya başlayamadım. Kadınlar suç ortaklığı yapıyor.
“Karşısında oturan kadınlar da onu gülerek dinliyorlardı.”
Kadınların konuşmaya hiç niyetleri yok. Yoksa var mı?
“Bir kadının gülümsemesi dudaklarında kaldı. ‘Biz şimdi gülüyoruz ya, asıl o zaman gülmemiz gerekmez miydi?’ ‘Ağlamadım ki. Hiç ağlamadım. Gözlerimi dikip baktım ona.’ ‘Desene daha çok sinirlendirdim.’ ‘Sinirlendi, bir tokada mal oldu bakışlarım.’ ‘Ağladın mı? Canın çok yandı mı?’ ‘Bilmiyormuş gibi soruyorsun’ diyerek gülmeye başladı. Önce sessizlik oldu sonra hep birlikte gülmeye başladılar.”
Kadınlar arasında anlatılan hikâyelerden biriydi işte. İçlerinden biri kalktı (O ben olabilirim, hatırlamıyorum.). Mutfağa gitti.
“Salondaki sesler mutfağa geliyordu. Sandalyeye oturdu(m). Dinledi.”
Artık salonda neler konuşulduğu önemli değil. Mutfaktaki kadının ne düşündüğünü bilmiyorum ki sana yazayım. Oturdu işte. Soluk alıp verişi değişmedi. Masanın üzerinden sigarasını aldı. Balkona çıktı.”
Oh be. Kurtuldum ondan. Şimdi salona gidebiliriz.
“Herkes önündeki tabakları eline aldı. Börekler, kekler… Kadın saatine baktı. ‘Benim gitmem gerekiyor’ dedi. ‘Acelen ne? Biraz daha otur, hep birlikte kalkarız.’ Bir an ne diyeceğini düşündü. Sonra da ‘Şekerim senin tarifini verdiğin böreği akşama yemek istiyorum’ dedi. Güldüler hep birlikte.”
Kadın gitti. Diğer kadınlar, onun bıraktığı yerden konuşmaya devam etti. Ben onları dinlemedim. Gidenin arkasından da gitmedim. Kaldığım yere kalem koyarak masaya bıraktım kitabı. Bilgisayarı açtım. Odayı bir kadının sesi doldurdu. Hüzünlü bir aşk şarkısı söylüyor. Aşık olunca mı, aşk şarkısı dinlemek güzeldir?
Kitaplarıma dönüyorum. Kadın yazarlardan kadınlığın hikâyeleri. Diyorum ki Lili, neden kadınların (ben de dahil) yüzleşmeleri bitmiyor? Yaz yaz yaz. Oku oku oku. Bitmiyor Lili, her gün bir yenisi ekleniyor hikâyelere.
Bir şiir kitabını elime alıyorum. Şöyle yüksek sesle okunacak bir şiir.
“VI
Bir küfür gibi evde oturuyorum.” (Birhan Keskin/Fakir Kene)
Şiirin son dizesi bir sayfada yer almış, tek dize.
Bu sayfadan önce neler yazdığını yani bir hikâyesi olduğunu anlıyorsundur, değil mi?
Yarın için öyküler okuyorum Lili. Hep aynı hep aynı. Oysa değişen öyle çok şey var ki. Görüntüler sözlere direniyor. Direnmeyeceğim Lili. Ben direnmeyeceğim.
Sana bir gün, gerçekleri büyüleyerek yazabileceğim umudunu hiç kaybetmedim. Çocuklara masal anlatır gibi. Bir gün.
O bir gün, yarın olabilir belki. Neden olmasın?
Bir yanıt bırakın