KİTAPLI KEDİLİ GÜNLÜKLER   –   15   Aralık 2023  /  Cuma

KİTAPLI KEDİLİ GÜNLÜKLER   –   15   Aralık 2023  /  Cuma

Öğleden sonraydı. Nükhet aradı. Konuşmamız uzun sürmedi. Mailimi okumuş. Yazdıklarımı güçlendirecek şekilde durumu açıklamaya çalıştım. Çocukların sıradan yaşamlarına rağmen çok kısa zaman aralıklarıyla çok farklı duyguları yaşadıklarını ve bunun da davranışlarına yansıdığını söyledim. “Biz yetişkinler de öyle değil miyiz? Bir şeye öfkeleniriz ama acısını başkasından çıkarırız. Kendimizden daha zayıf bulduğumuz biri olur bu kişi. Hiç yoktan parlarız. Bunun nedeni duygularımızı kontrol edemediğimizdir. Çocuklar da öyle. Duygularını öykülerle öğrenecek, deneyimleyecekler ve günlük rutini kırabilecek, yaratıcı olabilecekler.” Beni anladığını söyledi. Güldüm. Komik bir şeydi; anlamak. Bu kadar rahat ve hiç düşünülmeden söylenmiş sözün  gerçekliğinden eskiden olsa hiç şüphe duymazdım, ama şimdi şüpheliyim. Yalan söylemeyeceğim; neden güldüğümü açıklamayacağım. “Biz genellikle macera türünde kitapları yayımlıyoruz.” “Biz kimler oluyor?” “Yayınevinin politikası, yayım çizgisi. Benden istenileni yapıyorum.”

Başka yayınevlerinde de  durum aynıydı. Ama yirmi yıl öncesinde yayımlanan kitaplarda macera diye tutturmuyorlardı. Daha çok okullara girdikleri için kitaplar ucuz oluyor ve zorunlu olarak başka seçenekleri olmayan çocuklara okutuluyordu. Yirmi yıl önce ilk çalıştığım okuldaki ortaokul kız öğrencisine kitap okuyup okumadığını sormuştum. “Okuyorum hocam,” dediğinde çok mutlu olmuştum. “Ne okuyorsun şimdi?” “Bir ebenin el kitabını okuyorum.” Hiç komik değildi ama onu incitmemek için dudaklarımı yaydım. “Sana kitap vermemi ister misin?” “Olur hocam.” Benim öğrencim olmadığı için yanıma birkaç defa gelecek ve bir daha da beni gördükçe yolunu değiştirecekti.

O yıllarda iki kitabım yayımlanmıştı. Bunu öğrencilerim biliyordu. Kız öğrencim bir yazar adı söyledi. “O çok kitap yazıyor ve herkes onu tanıyor. Siz neden tanınmıyorsunuz?” “Çünkü o yayıneviyle çalışmıyorum,” demiştim. “Allah büyüktür. Bize doğru yolu onun kitapları gösteriyor.”

Nükhet’in bir şeyler söylemesini bekliyordum ama susuyordu. Zihnimden geçen kareler kısa sürede kelimelere dökülüyordu. “Yayınevinin kitapları okullarda satılmıyor. Vitrin kitapları yayımlanıyor.” “Evet ama bazen özel okullardan istek alıyoruz. Yazarlar da okullarda söyleşi ve imza etkinlikleri oluyor.” “Biliyorum.” “Biz sizin için henüz bir etkinlik yapamadık. Umarım gelecekte yapabiliriz. Sağlığınız nasıl? Her şey yolunda mı?” “Evet, evet. İyiyim, teşekkür ederim.” “Yeni dosyalarınızı merakla bekleyeceğim.” “Elinizdeki dosya ne olacak?” “Tekrar okuyacağım. Bazı yerlerde de önerilerim olacak.” Hiç de iç açıcı bir duygu uyandırmadı bu son cümlesi. Konuşma bitmiştir. “Bekleyeceğim.” “Size mail attığımda haber veririm.”

Kendimle kavga etmek yerine kedilerle zaman geçirmeye çalıştım. Karadut oyuncağıyla oynamaktan çok zevk aldı. Eme de zaman zaman oyuna katıldı. Bu yıl hiçbir şey yazmayacağım. Hiçbir şey… Kitaplar, kediler ve Yuka’m.

Akşam okuduğum kitaba iyice sardım. Öyle hızlı okuyorum ki sohbet etmeme fırsat vermiyor. Çok heyecanlı. 1893 yılında yaşananlar, kurgu… Dili,  tasvirleri eşsiz. Romanın bütünündeki gerçekçilik kurgunun gücü olmalı. Bir film gibi gözlerimin önünden sahneler akıp geçti. Acaba günümüzde yaşananları aynı heyecanla yazabilir miyim? Diye düşündüm. Olanaksız ben yapamam. Karakterlerimi hiçbir yerde saklayamam. Karakterlerim ellerini sallaya sallaya ülke ülke dolaşamazlar. Onlar ancak birinci işyerinden  çıkıp ikinci işyerlerine koşarak giderler ve geçimlerini sağlarlar. Benim gibi emekliler de otobüs biletini hesaplarlar. Gidiş dönüş iki bilet, iki buçuk ekmek yapıyor.

Benim tercihim okuyarak bütün duyguları deneyimleyebilmek. Ama bazen şüphe duyuyorum; ben mi tercih ettim? O beni tercih etmiş olabilir mi? Çevremde var olanlar içinde en zararsız olanı buydu. Sokaklara çıkmadım, yürümedim, bağırmadım, direnmedim. Zamanım  olmadı çalışmaktan. İş ile ilgili okumalarım ve araştırmalarım bugüne getirip bıraktı beni. Hep başkalarıyla ama daha çok kendimle… “Duygu, düşünce ve davranış. Bunları kontrol etmelisiniz. Bir at arabası gibi düşünün bunları. Dizginleri bırakırsanız araba devrilir,” demişti psikoloğum. Gerçekleri bilmiyormuş gibi “Başkasının görevlerini neden yapıyorsunuz? İşi bilen birisine yönlendirmelisiniz.” Kimler olduğunu da söylüyordu. “Bu onların görevi.” Şaka gibi. Ağzım açık dinliyorum. Danışacağım ve görevini yapacak kimse yok ki o saydıklarından. Ağzımda geveliyorum. Anlatamadığımı sanıyordum ama anlatabilmişim. Anlamak istemeyen o olmuş.

İstanbul’da değil de İç Anadolu’da bir şehirde yaşasaydım, bugün ki ben olmazdım. Ben olmazdım bir kere. İçinde büyüdüğüm ortam beni bir başka şekillendirirdi. Kim olurdum acaba? Üniversitede bir hoca…

Haksızlıklara karşı öfkem, kavgam… Kırgınlıklarım, kızgınlıklarım… Yıkıcı. Yorgunluğu hâlâ üzerimde.

 

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*