KİTAPLI KEDİLİ GÜNLÜKLER – 12 Aralık 2023 / Salı
Hava çok soğuk değildi. Dışarıdaki masalardan birine oturduk. İçerisi kalabalıktı. Konuşmalara kendimi kaptırmıştım, soğuğu hissetmiyordum. Bir yandan da kollarımla gövdemi sarıyordum. Sinemalardan, dizilerden, filmlerden konuştuk. Kimisi seyredilmiş, kimisi izlenecekler sıralamasında yerlerini almıştı. H. bir film izlediğini ve çok duygulandığını söyledi. Nasıl bir duygu? Ağladım ya, dedi gülerek. Bir an öylece kaldım. Ağlamak. Konusu ne? Romantik aşk… Ben de ağlamak istiyorum, dedim içtenlikle. Ağlamaya öyle çok ihtiyacım vardı ki… Öyle korkudan, öfkeden, kızgınlıktan, acıdan ağlamak değil istediğim. Duygusal bir şey olmalı. Yaşlanıyoruz, dedim, anneannem gibi filmlerde ağlamaya başladık. Savaştan ağlamak istemiyorum. Felaketlerden, yaralanmalardan, ölümlerden ağlamak istemiyorum. Hastalıklardan, şiddetten, açlıktan, çaresizlikten… Sadece boş gözyaşları dökmek istiyorum. İki güzel insanın güzel aşk hikâyesini; sonunda ikisinden biri ölecek olsa da. Şair olarak ölen insanlar; ne dokunaklı şiirleri. Yaşama dair. Tomris Uyar’ın son yazdığı öyküleri acaba hangileri?
- “Sen benim platonik aşkımı dinle,” dedi ve anlatmaya başlayacaktı ki sözünü kestim. “Yazabilir miyim?” “Yaz,” dedi. “Benim için sakıncası yok.” “Dur kaydedeyim,” diyerek telefonu aldım. Kaydı başlattım. O da anlattı. Sustu. “Eee,” dedim. “Bitti,” dedi. Gülüyordu. “Kayıt alınacak bir hikâye anlatmadın. Çok sıradandı.” “Öyleee…” Dört yıl sınıftaki bir çocuğa platonik olarak aşık oluyor ve dört yıl sürüyor. Dört yıl bir tek kelime bile söylemiyorlar birbirlerine. Yan yana geldikleri bile yok. Dört yılın sonunda onun siyasi düşüncesini bir arkadaşı söyleyince, anında aşkı bitiyor. “Neden daha önce kim olduğunu araştırmadın, sormadın?” “Platonik işte canım. Yakışıklı biri değildi ama daha sonra çıktığı kız çok güzel ve aptaldı. Demek ki fiziksel görünüşe değer veriyordu.” “Boş ver. Celile de iki sene sonunda öğreniyor. İki yüz seksen sayfa iki yıla yakın sürüyor, son günler ise yıkım gibi yirmi sayfayla son buluyor. Belki Celile intihar edecek. Beni ağlatmasının nedeni bu olmalı.” Düşünüyoruz, hepimiz sessiziz. Gençliğin aşk için neler yaptırabileceğini biliyoruz ama konuşmuyoruz. Şimdiki gençlerin bize aptal demeleri… Değiştik mi? Yoo… Buradaki üç kadın yine eşlerimizi seçerdik. Buket evli değil, yine de bir aşk hikâyesi vardır sanırım. Tahsin Yücel’in bir öyküsü vardı ve beni çok düşündürürdü. Adam karısına benzeyen bir başka kadın bulmak için karısını da annesini de devreye sokuyor ve sonunda eş birini buluyorlar. Üçü mutlu mesut yaşıyorlar. Bu aşk değil de ne? Bir erkeğin aşkı bu kadar saf hikâye edişi ne güzelmiş meğer. Şimdi anlıyorum bunu.
T.’ye aşkın felsefesini sordum. Onu sınava çekmemden hiç hoşlanmıyormuş. Özür diler gibi baktım. Gülüyor.
“Kendim hakkında öyle çok şey düşünüyorum ki, ben hangisiyim karar veremiyorum. Sonra da ‘Boş ver, sen hiçbiri değilsin’. Sahi öyle çok şık var ki, beş parmağım gibi,” parmaklarımı açıyorum, “sanki içlerinden birini seçmek zorundaymışız gibi hissediyorum.” Parmaklarımı kapatıyorum. “Hiçbiri şıkkını ben ekliyorum.” Bu yol beni nerelere götürecek hiç fikrim yok.
Gelecek seçimleri konuştuk. Değişen bir şey yok. Sadece cebimizdeki delik gittikçe büyüyor. Terzi kendi söküğünü dikemezmiş. Herkes birilerini harcıyor. Kimse kimse değil. Her şey neredeyse. Bizim için tartışıyorlar, çekişiyorlar ekranlarda; sonra da bir araya gelip el sıkıştıkları gösteriliyor. Bize de aramızda tartışmak ve düşüncelerimizden dolayı birbirimize tavır almak düşüyor. Dört kadın bu oyuna gelmiyor.
Buket yarın için sinemaya gitmeyi önerdi. İndirimli oluyormuş çarşamba günleri. Yine de salon dolu olmaz, ben de karanlıkta usul usul… Ben bir şey söylemeden o vazgeçti. “Yarın başkasına sözüm var, olmaz,” dedi. “Malina’yı okumak istiyorum,” dedim. “Ama ona ayıracak zamanım yok.” “Bu aralar etkileneceğin kitapları okumamalısın. Madem ilaçlarını yeni azaltmaya başladın… Biraz bekle.” “Haklısın. Sen Hakkari’de Bir Mevsim’i okurken etkilenmedin mi?” “Konusunu bile anımsamıyorum. Filmini de izle istersen.”
Kuru Otlar Üstüne ve Kurak Topraklar filmini karşılaştırdık. Kuru Otlar Üstüne filmi hakkında birkaç olumsuz sahne anlatıyorlar. Eğitim İş’in bir sahnede yer almasını onaylamıyorlar. Bir de sahne arkasını gösteren sahne… Oysa ben ne düşler kurmuştum. Hangi kitaplarla karşılaştıracağımı bile düşünmüştüm. Bir eleştirmenin beğenmediğini bunun üzerine yazı yazacağını söyledim. Nereden okudun? Bir yerlerden işte, dedim. “Yazınca söylerim. Bakarsın yazmaz.”
Sağlığımı soruyorlar. Doktorum tam ilaçları bırakmamı programlamıştı ki… Üç hafta önce gitmiştim yoksa dört hafta mı oldu? “İlaçtan günde dört tane aldım. Bu ne demek biliyor musun? Zihnindeki her şeyin gitmesi demek, uyumak demek, kelimeleri bulamamak demek.” “Bırakmayı denesen yine de,” dedi H. “Yapamam. Çok yorgunum. Genç değilim. Bilinmeyen bir maceraya atılmak istemiyorum. Üstelik fizyolojik olarak da çok yıpratıyor.” “Bırakmasın,” dedi Buket. Sessizce düşündüm. Yani sessizdi düşüncelerim. Görüntüler geliyordu kare kare. Hatırlamıyorum bile ama Serap’ı hatırlıyorum; beni yormuştu.
Marketten alışveriş yaptım. Eve geldim. Biraz atıştırdım. Üzerime bir elbise geçirdim. Makyaj yaptım. Ayla’yla buluşacağım. Sanırım gece eve gelince sızıp kalırım.
Evden çıkmadan önce bizimkilere mama verdim. Kumlarını değiştirdim. Kucağıma almamdan hoşlanmıyorlar. Bana onları nasıl sevmem gerektiğini öğretiyorlar. Yavaş öğreniyorum ama bu onları yıldırmıyor. Karadut koltukta oturdu, yattı. Okşadım onu. Mırıltılar çıkardı. Mutlu. Eme geldi. Onu da sevdim. O da mırıldadı.
İstanbul geceleri nasıl oluyordu?
Bir yanıt bırakın