KİTAPLAR SAYFALAR HİKÂYELER – 4 Temmuz 2024 / Perşembe
Geçmiş şimdi gelecek. Bu gece. Yıllardır yazmak istediğim, yalnızca adını koyduğum iki kitap yine aklıma düştü. Kalsedonun Gizemi kitabımda üç kelimelik cümle geçmekteydi ama tam olarak ifade edebilmiş değildim. Bunun için belki de son paragrafı başka yazmalıydım. Geçmişe ait mektup bir şişe içinde yıllar sonra aynı koordinatlarda denize bırakılıyor olmalıydı. Zaman, bir başka zaman bir başka kişinin hatta kuşağın eline geçip yeniden hayat bulması için olmalıydı. Tarih yeterince eğilip bükülmüştü. Artık her bireyin geçmişe atılan oltasına bir şey gelmeyeceğini bilmesi gerekiyordu. Bugün şu anda geleceğimin de geçmişimin izleri üzerinde ilerlediğini hissedebiliyorum. Güzel olan bir şey varsa bu da geçmişimi sevmem. İçinde her şeyi taşımıştı. Öfke, nefret, kin, korku, mutluluk, sevgi, hoşgörü, saygı… Zaman zaman yine bana eşlik edecekti bu duygular ama artık eskisi kadar yıkıcı ve yıpratıcı olamayacaktı. Buna yaşlanmak deniyor olmalı yani ben öyle diyorum. Başka türlü açıklayamıyorum.
Bir Yuka Hikâyesi’nde o bipolar kadının durumunu tam olarak verememiştim. Yeniden belki de defalarca yazmam gerekecekti. Bir şiirin ezgisinde hayal dünyasına girip gözleri kamaştıran ışığın etkisiyle kör olmak, cenneti görememek gibi bir şey olmalı bipoların bıraktığı etki. Oldukça soyut kalan olaylar, açıklamalar, metaforlar, ağır çözümlemeler yapan cümleler. Karanlıktı depresif dönem. Kimse o dönemi farklı tarif edemedi mi acaba? Karanlık dediğimde ne anlaşılır? Karanlık nedir? İçinde barınan her ne ise, ifade bulabilir mi? Bu kötülüğün gözü mü? Yok oluş ve bundan duyulan korku mu? Yıldızsız gece mi demeliyim? Karanlıktan çocuklar çok korkar bir dönem. Onlara, bir yetişkin olarak sabahı görebileceğimizi anlatır, yanında olduğumuzu samimi olarak söyleriz. Onun korkusu benim umudum olmak zorundadır. Onu hayatta bekleyen korkulara, karanlığa veya karanlık çağlara eşlik edeceğini umduğum korkuya rağmen cesaret verebilmek için elimden gelen ancak bu olabilir. Doktor arkadaşıma tarif edemedim bipolar birisinin neler yaşadığını. Manik dönem için de farklı bir şey söyleyemeyeceğim. Bir gün akşamüzeri güneş batarken, ateş topunun gözüne bakarken demiştim ki, şimdi ölebilirim. Kendimden geçmiştim. Bir huzur, bir sığınaktı. Yakıcı olmayan, kendisine bakmama ve onu görmeme izin veren güneş. İşte bu kitabı yeniden yazmak istedim. Geçmişim şimdi oldu. Manik dönemi herkes anlayabiliyor. Bir delilik dönemi. Bana ne yapabilir ki, cesareti. Çekip giderim, düşüncesi. Çok şey olabilirmiş oysa; psikolojiyi bozmak çok kolay ama iyileşmek öyle zor ki. Delilik mi dedim? Bu yanlış anlaşılabilir bir kelime. İnce bir sınırı işaret etmek istiyorum oysa. O sınırda yürümek gibi bir şey. Dar bir köprüye benzer; aşağıda, derinliklerinde ateşler yanan bir uçurum. Bir dağa tırmanışta dik kayalıklardaki yürüyüşlere benzer. Her an ayağın kayabilir, tutunduğun kaya parçası elinde kalabilir, başın dönebilir ve düşersin. Zaten her tırmanışımda düşüyordum. Maniler yorucudur ama tüm yoruculuğuna rağmen sana bağışladığı enerjiyle yaptığın her hareketinde yanında taşımazsan olmazlardan cesaret verişi. Uyumak için yalvarmaktan da yoruluncaya kadar peşini bırakmaz. Sonra da verdiği bu gücü geri almak için beklemek ama nasıl bir beklemek? Karanlıkta. Doktoruna yalvarmak. Mani, biraz mani lütfen. İşte soyut kalan bir açıklama. İlaçların dozları arttırılır ve gece gündüz boyunca uyuyup takvimlerin bir başka tarihi gösterdiğinde uyanmak.
Ben öğretmen değilim. Keşke olsaydım. O zaman daha iyi anlatabilirdim. İnsanın bir amacı olmalı. Yazmak için de amaç olmalı. Neden yazayım ki, sorusuna yanıt verebilmek gerekiyor. Kime yazacağım ki? Öğretmenin Günlüğü kitabım da ilgi görmedi. Ben de aynı şeylerle karşılaşıyorum, dedi arkadaşım. Doğru. Farklı olmalıydı ama nasıl? Nostalji, melankoli olmamalı, duygu yüklü olmamalı, ağdalı bir dil ise hiç istemiyorum. İyi de nasıl yapmalı? Geçmiş şimdi gelecek. Geçmişte de geçmişi ve geleceği aynı anda yaşamamış mıydım? İdealist öğretmenlerimizin ışığını yakmış yol almaya çalışmıştım. Işık olan kitaplar okumuş, çözümlemeler yapmış, el yordamıyla ilerlemiştim. Üniversitenin ders kitaplarını almıştım ve okumaya çalışırken ağlamıştım. Nasıl bir duvar örebiliyorlardı bilgiye, hangi karanlığa hizmetti bu? Sorgulamadan yaşamak, yaşayan ölü olmaktır benim için.
İşte kuşlar uyandı. Karadut pencerenin önünde dışarıyı izliyor. Bugün bana kendini sevdirdi. Miyavladı. Eme ise her zamanki gibi sessizliği seçti.
Şiir… Seviyorum sabahın ilk saatlerini, henüz gün doğmamışken. Şakıyan kuşlar; özlem duyduğum denizin dalgaları… Ey şiir; ne kadar da cömertsin, sunduğun öz damarının dizeleri. Ne denebilir ki? Ne kadar soyutsun, gözlerim açık olsa da göremediğim bir ülke.
Hafif bir kahvaltı. Beyaz peynir, zeytin, yumurta. Yanında da çıtır sokak simidi. Taze demlenmiş çay.
Bir yanıt bırakın