KİTAPLAR SAYFALAR HİKÂYELER  –     2 Temmuz 2024 / Salı

 

KİTAPLAR SAYFALAR HİKÂYELER  –     2 Temmuz 2024 / Salı

Temmuz ayının bunaltıcı havasını dağıtmaya yetmiyor okumalar. Kelimeler dağılıyor cümlelerin arasında erimiş peynir gibi sayfaların arasında. Okunmuyor, yazılmıyor. Yüzük Kardeşliği filmini izleyeceğim. Perşembe günü son buluşmamız olacak. Dönemi kapatıyoruz.

Mary Poppins tam düşündüğüm gibi. Okudukça anımsıyorum sanki. Gülme gazıyla havalanıyor, tavana çıkıyorsun. Her gün bir bölüm okumayı planladım ama bugün canım okumak istemedi. Okumak yerine dün okuduklarımı gözlerimin önünde canlandırmayı tercih ettim. Perşembe günü İzmir’den İstanbul’a uçakla döndüm.

Havaalanı kalabalıktı. Uçağa alınmaya başlanmamıştı ama yolcular uçağa giriş yapmak için sıraya dakikalar öncesinden girmişti. Üstelik bir de rötar yapmasın mı? Kimse sıradan çıkıp oturmayı denemedim. Bir saate yakın ayakta beklediler. Sıradaki insanları izliyorum. Onlar da beni izliyor olmalı ki başımı çevirip baktığımda onlar da başlarını başka yöne çeviriyorlardı. Sarışın genç bir adam başını eğmiş telefonla konuşuyor, bir yandan da hâlâ sırada olduğunu anımsatmaya çalışır gibi sıradan çıkıp çıkıp dolaşıyordu. Telefon görüşmesi oldukça uzun sürdü. Kapattıktan sonra da tırnaklarını büyük bir iştahla yemeye başladı. Sert tırnağın dişlerimin arasında kıtır kıtır sesler çıkardığını hissedebiliyorum. Kemirilmiş tırnak uçları şimdi her yere takılmaya hazır; biraz daha kemirilmeli; diplerine kadar… Başkaları da var ama onun tırnaklarını yemesi gözlerimin önünden gitmiyor.

Uçağa alındık. Koridor tarafındayım. Yanımdaki iki koltuk henüz boştu. Son girenlerden olduğumu düşünüyordum ama demek ki benden daha rahat iki kişi daha vardı. Kimse konuşmuyor, çiftler bile. Yirmi beş yaşlarında bir kadın geldi. Yanındaki adam da kırklı yaşlara merdiven dayamış olmalıydı. İkisi de mutlu görünüyor, gülümsüyorlar, konuşuyorlardı. Kadın bana baktı. Geçebilir miyiz, diye sordu. Kalktım ve yer verdim. Kibarca teşekkür ettiler.  Yerlerine geçtiler. Uçağın ne zaman kalkacağını merak ediyorum. Geçenlerde havalanmamız için kırk beş dakika uçakta beklememiz gerekti. Yanımdakilerin çift olduğunu anlamam uzun sürmedi. Güzel bir aşk hikâyesi çıkardı onlardan. Erkek, kadına doğru eğilmiş alçak sesle konuşuyor, kadın da ona bir şeyler söylüyordu. Erkeğin telefonu çaldı. Bana doğru dönerek konuşmaya başladı. Onu dinlememek için ben de koridora doğru eğildim. Elimde değildi, birkaç kelime anlayabiliyordum. Çocuklar, banyo, sabun, yemek… Hikâye yazmak istemiyorum, dinlemeyecektim. Diğer taraftaki pencereye bakıyorum. Hareket yok. Uçağın kapıları çoktan kapatıldı. Şofben nasıl çalıştırılır, göstermesini unutmuş. Yolcular sessiz. Herkes önüne bakıyor. Tuvalet kuyruğu oluştu. İşte hareket ediyoruz. Motorun hızını ve tekerleklerin sesini dinliyorum. Erkek bana dönüyor, “İyi uçuşlar,” diyor gülümseyerek. Şaşırıyorum ve bir süre sonra gülümsüyorum “İyi uçuşlar,” diyorum. Kadınla aynı anda aklımızdan geçiyor: Ne kadar da kibar bir beyefendi. Kadın sanırım diğer yolculardan farklı birisiyle yolculuk yaptığını hissedecek. Güzel ve genç kadına gösterilen saygının uzun süreli olmasını dileyeceğim. Onlar kadının yüksek lisans çalışmaları üzerine konuşacaklar, ben de gözlerimi kapatıp dinleneceğim.

Bugün bipolar arkadaşım aradı. Onunla buluşacağız ama hava çok sıcak olduğu için gün ve saat veremiyorum. Üstelik hastane işlerim var bu hafta.

Doktor arkadaşımla bipolarlık üzerine konuştuk. Psikolojik destekle, ilaca gerek kalmadan hastalığın yenilenebileceğini düşünüyordu. Bu olanaksız dedim ona. Bu yıl iki defa kriz noktasına geldim. İlaç dozlarımı artırmasaydım benim için çok yıpratıcı olacaktı. Düşünsene ilk fizyolojin değişmesiyle başlıyor. Nabzın, kalp atışların değişiyor. Heyecan duyuyorsun. Zindesin. Her şey yapabilirsin. “Ama çok yorgundum. Yaşımın ve hastalıklarımın verdiği yorgunlukla bu atağı ilaçsız atlatmam olanaksızdı. Psikolojik sorunlar değil, fizyolojik sorunlar çözülmeli öncelikli olarak. Yorgunum, uyumak istiyorum diye ağlıyordum.” Ona bipolar atağının manik döneminde neler yapılabileceğini anlatmaya çalıştım ama söylediklerimin hiçbiri yeterli değildi. “Van’a uçak bileti alıp çocuklara kitap dağıtmaya gitmek.” Depresyon kısmını konuşmadık. Sadece geçenlerde küçük bir gölge geçti yüzümden. Geçti.

Dün arkadaşlarımla konuşuyorken, kendimi açıklama yaparken buldum. Bunu yaparken seçtiğim kelimelere, kurduğum cümlelere ilk kez bu kadar dikkat ettim. İnsanı, bir organının olmaması ilk başlarda  üzüyor ama sonra alışıyorsun ve yaşadığın, hayatta olduğun için minnet duygusuyla iki elle sarılıyorsun dünyaya.

Dedikoduya meraklıydı. Bizim masadaki konuşmaları bırakıp kulak kabartıyordu yan masadakilere. Ona ilginç gelen kaynana gelin tartışmalarıydı. İşittiklerini bize aktarıyordu. “Ne dersiniz? Bundan iyi bir öykü çıkar mı?” diye sordu. Herkesin bildiği şeyleri anlatmak, diye düşündüm. “Olur ama nasıl anlattığın önemli olduğundan… Eee dinlediğin şekilde anlatırsan olmaz.” “Nasıl anlatmalı?” “Bilmiyorum.” “Sen nasıl anlatırdın?” “Bize anlattığın konuşmaları mı?” “Hayır. Kendi yaşadıklarını.” Güldüm. “Benim mutlu hikâyelerim olmuştur.” “Yaaa…” “Evet.” Biraz daha konuştuk. Ben şimdi olduğu gibi kurgu yapmayı sevdiğimi söyledim. Sonra da arkadaşım yazamayacağını söyleyerek konuşma son buldu.  “Evet, ilk öykün için başka bir konu seçmeni öneririm,” dedim.

Ne yazsam, ne yazsam…

 

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*