KİTAPLAR SAYFALAR HİKÂYELER – 10 Temmuz 2024 / Çarşamba
“Bir köy yaşantısını tercih edip seni dinlemek için onca yolu göze alırken ayakkabılarının ona oynayacağı oyunu bilmeden yola çıkıp gelirken ayakkabısının altının çıktığını söylesem, nasıl yorumlarsın?”
“Bir ipucu vereyim? Kullanılmayan her şey çürür.”
Hiçbir şey söylemedi.
“Ben yazarken nasıl yazacağımı düşünmekten yazamıyorum. Sen daha çok şey biliyorsun, köy yaşantısını biliyorsun, yaşadın. Yazdıklarımı okumanı beklemiyorum inan ama ben senin yazılarını merakla bekliyorum. Dergiye yazı gönderdin mi?”
“İnsan sosyal bir varlıktır. Kendisiyle uğraştığı sürece her şeyi kaçırır. Dünyalı olmaktan uzak kalır. Bu benim,” dedim.
“Sen çok iyisin,” dedi. “Bu yüzden yazamıyorsun.” İnsanlardaki kusurları doğal karşılıyormuşum. Benim kadar sabırlı değilmiş. “Hiç de öyle değilsin.”
İş yerinden bir arkadaşımla onu yemeğe çıkarmak istiyordum ve bunu ona söylememiştim çünkü itiraz edeceğini, çekip gideceğini biliyordum. Küçük bir hileydi benimkisi. Belki aralarında hoş bir ilişki başlardı. Arkadaşımla bir yıl önce tanıştıklarını unuttuğundan emindim. O ilk gün mavi bir elbise varmış üzerinde, gümüş kolyesi göğsüne doğru uzanıyormuş. Saçlarını omzuna değmiyormuş. Arkadaşım o gün için “Bana bakışlarını unutamıyorum. Yıldız gibi parlıyordu; kolyesi de ona yakışmıştı,” demişti. Dekoltesinden söz etmemişti.
Öğle yemeğine çıkmak üzereyken arkadaşım geldi yanımıza. Onu, arkadaşımla tanıştırdım. Bir süre sessizce bakıştılar. İlk gülümseyen arkadaşım oldu. “Sizinle tanışmıştık,” dedi. “Sizi çıkaramadım ama durun bir dakika, bir yerden çıkaracağım.”
Elbette tanıyamadı. Arkadaşım daha öncede iş yerine geldiğini ve burada tanıştıklarını söyledi. “Haydi yemeğe çıkalım. Konuşmaya orada devam edersiniz.” “Nereye gidelim?” “Çok sevdiğim bir yer var. Siz bilmiyorsunuz.”
Restoran yıllar önce küçüktü. Müşterileri artınca masaları çoğaltılmış, hoş yeşil bahçesine giren müşterileri çimleri öldürmüştü. İçerideki bir masaya oturduk. “Buranın kebapları çok güzel olur. Bir de künefesi…”
Etrafa bakıyordu. “Burası küçükken çok daha güzeldi. Çalışanı azdı.” Garson gelmekte gecikmişti. Oysa çok çalışan vardı ve hiçbiri boş durmuyordu. Siparişleri getiren garsonlarla, masalardaki boş tabakları toplayan garsonlar ayrıydı. Çayları orta yaşlarda bir kadın masaları boşalan müşterilere çay ikram ediyordu. “Şimdi büyüdü ya, hizmette de aksaklıklar arttı. Durumu idare etmek, mekan sahibi için kolay olmasa gerek. Birazdan biri gelir.”
Siparişimi verdik. Yemeklerimizin gelmesi gecikmedi. Hoş bir sohbet başlamıştı. Yemeğimiz bittikten sonra çok genç biri hatta bir çocuk olduğunu bile söyleyebilirim, boşları almaya geldi. Masa boşaldı. Masamızda yağlı salatalarımızdan dökülenleri silmek için geri geldiğinde, elindeki bez kırmızı lahanadan kalma lekeliydi. Üçümüz de çocuğa daha doğrusu masayı isteksiz ağır ağır silen ellerine bakıyorduk. Bir ara başımı başka yöne çevirdim. Sonra onun yüzüne baktım. Arkadaşıma baktım. Bir an içimde bir korku hissettim. Bakışlarımız karşılaştı. Gergindim ve arkadaşımın da gerginliğini fark edebiliyordum. Gülümsedim, gülümsedi. Çocuğun elindeki bez lahananın etrafında dönüyordu. Zaman çok uzun geldi bana. Bir an önce gitmesini istiyor ama bunu ona söyleyemiyordum. Arkadaşımla gülümsüyorduk. Çocuk sonunda pes etti ve bezi masayı temizledi. Hiçbirimiz masadaki yağ lekelerini de silmesi için uyarmadık. Gittikten sonra da sesli gülmeye başladık. “Ne oldu? Neden gülüyorsunuz?” diye sordu o. “Çocuğa gülüyoruz. Elinin batmasını istemedi ama sonunda temizledi.”
Çaylarımız geldi. “Çok büyüttüklerini söylemiştim. Gördüğün gibi aksaklıklar oluyor,” dedim. “Kebabı beğendin mi?” Beğenmiş.
Arkadaşım, benim iş yerinden izin almamın nedenini sordu. Onun söyleşine katıldığımı söyledim.
“Ben de orada olmak isterdim. Bir sonraki söyleşiniz ne zaman?”
O arkadaşımın ayakkabılarına baktı.
“Başka söyleşim yok.”
Tam bir şey söyleyecektim ki…
“Saat kaç? Bir arkadaşımla buluşacağım. Onu bekletmek istemem.”
Dışarı çıkarken, ayağını sürümeye başladı. Arkadaşımdan ayrıldık, onunla taksiye bindik.
Bir yanıt bırakın