ÇOCUKLARLA KİTAPLARLA YOLCULUKLAR 7 Haziran 2024 / Cuma
Evden çıktığımda güneş tepeye doğru hızla ilerleme telaşındaydı ki hava henüz serindi. Arabamız trafiğe karıştı. Önümüzde iki buçuk saatlik bir yol vardı. Kitaplardan konuşulacaktı. Yazar arkadaşlardan, yeni basılan kitaplardan, basılacak kitaplardan, kitaplardan ve benim bir türlü yazmaya başlamadığım Zeytin Büyücüsü’nden.
Otoyola girince aracımızın hızı sabitlendi. Hiç bitmeyecekmiş gibi uzanan bir yol. Uykum yok ama esniyorum. Bir kahve molası verdik. Harika bir kahvenin ardından yola devam ettik. Galata Kulesi, Kız Kulesi’ne Âşık kitabım yeni dönemde basılacakmış. Diğer iki öykü dosyam için bir şey isteyemiyorum. Öykü kitabı okuyan ortaokullu kaç çocuk var ki. İki kitaba da çok emek verdiğimi söyledim. İstanbul üzerine yazılmış öyküleri okumuş ve seçtiğim on yazarın on öyküsünden yola çıkarak kendi öykülerimi yazmıştım. İstanbul şiirlerini okumuş, şairlerin İstanbul’unu dizelerle , ben de şimdiki zamanda dolaşmıştım. Yorucu olmuştu ama çalışırken bunu fark etmemiştim. “Bin adet basılsa ve üç yılda satılsa…” dedim, devamını getiremedim. Zeytin Büyücüsü hakkında söyleyecek sözüm yoktu. Hâlâ kötü karakterin adını koymuş olsam da ne kötülükler yapacağını belirlememiştim. Söz ondan da açılınca başlayacağım yeni atölyeler olduğunu ve ancak mart ayından sonra yazabileceğimi söyledim. “İki yıldır erteliyorum ama okur yolculuğu daha öncelikli. Belki de hayal kurmayı öğreniyorumdur.” Arabanın homurtusu yükseldi. Yokuş çıkıyoruz. Tırlar birbirlerini solluyor. Son şeride geçiyoruz. Tırları arkamızda bırakıyoruz. Ormanları izlemek keyifli. Hiç ilerlemiyoruz gibi. “Atölyelerden sonra kalemi alıp kolayca yazacağımı düşünmüyorum elbette. Yani öyküyü çok yavaş yazabilirim. Sonuçta da sağlığım iyi olursa bitirebilirim.” İçimden en kötü olasılıkla parayla bin adet bastırtabilirim, diyorum. Bu benim değil, babamın kitabı.
Okuduğum daha doğrusu atölyelerde, kitaplıklarda okuduğum kitaplar konuşuldu. Yüzüklerin Efendisi’ni okuyoruz, dedim. Pazartesi günü toplanıyoruz. Dede Korkut Hikâyeleri yarın sekizinci ve son haftası. Ömür İklim Demir’in kitabını çok beğendim. Çarşamba günü kitaplığımıza davetli. Feridun Andaç’ın seminerleri bayramdan sonraya kaldı. Görünmez Kentler’i ikinci defa okuma şansım olabilir. Gülkız Turan Yazı Evi’nin Küçük Kadınlar kitabı üzerine inceleme semineri var. Ergodik Edebiyat çalışmaları haziran ayının sonunda bitecek, iki toplantımız kaldı. Temmuz ayını da her gün yapılacak bir etkinlikle doldurmayı planlıyorum. Katılımcıların çok olacağını ve neler yazıldığını merak ettiğimi söyledim. Sohbet odaları da olacakmış. Hedefim sadece mart ayına kadar, okur yolculuğumu anlatabilmek. Jale Sancak’ın da temmuz ayında… “Okumayı ve dinlemeyi seviyorum,” dedim ve sustum. Amacım, Alberto Manguel’in kitaplarını beş defa değil, iki defa okuyabilmek. Onun, büyük kütüphanesindeki yolculuklarını dinlemek ve hayal edebilmek. Edebiyata, yeni anlatım teknikleriyle giren genç kuşakları izlemek istiyorum.
Düzce’ye giriyoruz. Eski filmlerdeki yerleşim yerlerine benzetiyorum. İki katlı evleriyle ve geniş yollarıyla İstanbul’un dışında olduğumuzu sürekli anımsatıyor. Düzce’deki bayiye uğruyoruz. Gençlerle oturuyor, sohbet ediyoruz. İki adet kırmızı kapaklı defter alıyorum. Kâğıt kaleme geri dönüyorum sanırım. Harika bir öğle yemeği ve çayın ardından okula gidiyoruz.
Yirmi beş dönümlük arazide kurulmuş eğitim kurumu çok güzel. Kapıdaki güvenlik görevlisi bizi içeri alıyor. Çok değerli öğretmenimizle tanışıyoruz. Bizi güler yüzle karşılayan Türkçe öğretmenimiz çok genç; heyecanlı, çalışkan… Programın akışını takip ediyor. Okul müdürümüzle tanışıyoruz, eğitim üzerine sohbet ediyoruz. Türkçe öğretmenimiz, altıncı ve beşinci sınıf öğrencileri salona alındıktan sonra beni öğrencileriyle tanıştırıyor. Ortaokul öğrencilerinin gözleri ışıl ışıl. Onlar da benim kadar heyecanlı. Mikrofon bana veriliyor ve…
Kendimi tanıyorum. Biraz kitaptan söz ediyorum. Ada ile Emo’nun macerasını sevmişler. Onlara Kadıköy’ün tarihini anlatıyorum. Surlarla çevrili olduğu dönemin ilk başlarında huzur içinde yaşamışlar. Huzurlu dönemleri savaşlar izlemiş ve yakılıp yıkılmış kent. İnsanlar terk etmiş yaşadıkları kenti. Uzun yıllar ıssız kalmış. Bizim öykümüz de ıssız dönemde geçiyor. Sorular gelmeye başlıyor. Karakterlerin adlarını nasıl seçtim? Neden Ada, üstelik Ada kız ismi? Kendileri yanıt veriyorlar. “Çünkü Emo ismiyle uyumlu.” Peki neden Emo, bu isim nereden geliyor? “O benim kedimin adı,” diyorum. Olaylar üzerinde duruyoruz. Özellikle de Raini’nin kadın mı, erkek mi olduğunu soruyorlar. Konuşmalarından cinsiyeti belli olmuyor. Çizimlerinde de belli değil. Peki SriLon? Neden kimse onun dilini bilmiyor? Kalsedon diye bir taş var mı? Aslında kalsedon taşından kolyem var ama bugün takmak aklıma gelmedi. Bu kitabı nasıl yazmaya başladınız? Esin perisine inanıyor musunuz? Bu soruya verdiğim yanıt onları şaşırtıyor. Yazarken zihnimizin nasıl işlediğini anlatıyorum. İpuçlarını veriyorum. Ne yazık ki yazmayı deneyimleyen çıkmıyor, yüzü aşkın öğrencilerin arasından. Sorular kitabı okuyan beşinci sınıflardan geliyor. Özellikle de gözleri parlayan öğrencilerden. Veteriner hekim olarak neden çocuklara yazmaya başladınız? Öğretmen olarak da çalıştığım için. Hem hayvanlarla ilgili öyküler yazıyorum hem de çocuklarla ilgili. Çünkü onlar kendilerini ifade edemiyorlar. Özellikle de hayvanlar… Bir ara yalnızca Emo’yu yazacağım. Karadut’u da arkadaş olarak yanına vereceğim. Karadut, Emo’nun kızı.
Onlara çocukluklarını anımsatıyorum. Okula başlamadan önce ellerine aldıkları ilk kitabı anımsayıp anımsamadıklarını soruyorum. Birkaç kişi anımsıyor. Peki ya ilkokulda okudukları kitaplardan hangilerini anımsıyorlar. Bunu da birkaç kişi yanıtlıyor. Çok satan kitaplar sıralanıyor… Ecrin’i anlatıyorum. Sonra birçoğunun yaptığına inandığım bir şeyi… Okumaya başladıklarının ilk yıllarında, kitabı anlatmak için tahtaya kalktıklarında… “Anlatamıyordunuz ve sizlere yol gösteriyorduk. Kitaba yeni karakterler ekliyor, olayları değiştiriyordunuz. Ben de sanıyordum ki okumadınız. Sadece resimlerine baktınız. Okuduğunuzu ama hayal dünyanızda farklı canlandırdığınızı Ecrin sayesinde anladım. Bu bir okur yolculuğunuzdu. Geçen ay bir yarışmaya katıldınız. Anlayarak kitap okuma yarışıydı. Dereceye giren arkadaşlarınız, bugün ödül töreninde açıklanacak. “Katılan herkesi kutluyorum. Okur yolculuğunuz için atölyelere katılmanızı ve yeni yeni yolculukları deneyimlemenizi diliyorum.”
Yirmi beş dakikalık söyleşinin ardından kitaplarını imzalamaya başlıyorum. Tek tek onlarla konuşuyorum. Bazı öğrenciler koltuklarından kalkıp gelirken… Ne kadar da güzelleştiriyor insanı şu kitaplar. Bu kadar mı güzel olur o gözler? Olurmuş. Kitap kurtlarını tanıyabiliyorum. Nereden bildiğimi soruyor her biri. “Gözlerinizden. Gözlerinizde kitapların tozları var. Ya da yıldızları diyelim.” Özgüvenliler. Okudukları kitapları soruyorum. Bu kitaplar aramızda sır olarak kalıyor. Fotoğraflar çekiliyor. “Elbiseniz saçınızla aynı renk. Size çok yakışmış,” diyor bir kız öğrenci. Diğerleri de onaylıyor. Gülümsüyorum. Kadınlar giyinmeyi severler.
İmza sırasında kitapların bazılarında cümlelerin altını çizdiklerini görüyorum. Sınavda soru çıkabilecek yerleri işaretlemişler. Ama iyi okurların kitapları, sanki sayfaları açılmamış gibi tertemiz. Bazı öğrenciler okumayı sevmediklerini söylüyor. Nedenini bilmiyorlar. Sadece sıkıldıklarını söylüyorlar. Ailede kitap okuyan olmadığı için okumadıklarını düşünmüyorum. Bu klasik bir düşünce. Yıllardır aynı şeyler söylendiği halde aile içinde bir gelişme göremiyorum. Bilgisayar, tablet ve telefonların dikkat eksikliğine neden olduğunu düşünmeye başladım. Ayrıca hayal dünyaları, haraketli görseller olmadan çalışmıyor. Geçenlerde internette internet kitap satışlarının olduğu sayfalarda tarama yaptım. Okumayı Sevmeyen Çocuk ve benzeri adlarda kitaplar gördüm. Ben de yazmayı düşünüyorum. Ama sadece gerçekten okumayı sevmeyen çocuklara imzalayacağım. Belki de birkaç öğrencinin adresini alıp kargoyla gönderir, onlara sürpriz yaparım.
Ödül töreninde dereceye giren öğrencilerin ödüllerini ben veriyorum. Nasıl da mutlular hediyelerini alırlarken. Ödül dağıtımı töreninden sonra müdür bey bana güzel bir çiçek taktim ediyor. Kendilerine teşekkür ediyorum.
Yayınevi için ayrılan standa geçiyorum. Kitap alanlar oluyor. Benim diğer kitaplarımdan alan da oluyor. Okul öncesi, birinci sınıf, ikinci ve üçüncü sınıf öğrenciler… Türkçe öğretmenimizin iki çocuğu var. Onlara özel olarak not yazıp imzalıyorum. Kitap kurdu olma yolundalar. Standa gelen öğrencilerin ellerini uzattıkları kitaplara bakıyorum. En çok hayaletler dikkatlerini çekiyor. Bir de bilimkurgu kitapları. Periler geçmişte kalmış. Baharlar, tatiller, geziler, geçmişler, dostluklar ve daha birçokları geçmişte kalmış. Şimdiye öyle uzaktan bakıyorlar ki. Yalnız ve kimsesizler bu kitaplar. Üzülüyorum. Öğretmenler bu kitaplar üzerinde ne kadar çalışmak isteseler de birkaç kitapla sınırlı kalıyor. Okudukları kitaplar da öğrencilerle benim aramda sır. Onlara söz veriyorum söylemeyeceğim.
Yıl sonu olarak hazırlanan şenlik de son buluyor ve biz de vedalaşarak okuldan ayrılıyoruz. Yol boyunca kitaplar üzerine konuşmalarımız sürüyor. Kitaplar çocukların okumaları için nasıl yazılmalı? Ne kadar doğru talebe göre kitap yazmak? Yapay Zeka yazarların yerini alacak mı? Bir yılda öyle çok çocuk kitabı çıkıyor ki, kim okuyor? Geri dönüşüme giden kitaplar… “Yazanlar okusa, okuyanlar yazsa bütün kitaplar satılabilir,” diyorum. Yazma atölyesi dört beş yıl önce, on hafta yaptım. Şimdi yapmak istemiyorum. Ama çocuklarla yazma ve okuma atölyesi yapmayı isterim gibime geliyor. Öğretmenliğimde hep yaptığım çalışma. Çocukları seviyorum. Onlarla konuşmayı, paylaşmayı seviyorum. Aslında bir soru işareti de yok değil. Yeni kuşakla çalışmak nasıl olur?
Yayınevime yeni katılan genç yazarla tanışmak için yayımcıma telefon numaramı verebileceğimi söylüyorum. Kitaplar, defterler ve çiçeğimle iniyorum arabadan. Bir de birkaç dosya okuyabilir miyim? Olabilir, bakalım nasıl yazıyorlar, merak ediyorum.
Eve geldiğimde saat 21:10. Yazar arkadaşıma yazıyorum. “Eve döndüm.” Çok sonra yazıyor. İkimiz aynı anda yazıp gönderiyoruz. “Arayayım mı?” Arıyorum. Öyle çok sorun var ki günlük hayatımızda. Boğuşuyoruz hastalıklar, terslikler… Ona okulun güzelliğini anlatıyorum. Velilerin de katıldığı yılsonu şenliği çok renkli geçti. “Yarın buluşalım mı?” “Ne yapacağız?” “Sana söz ettiğim kitaba bakarız.” Okur yolculuğumuz için bir yol haritası olabilir. Kitabın kapağının ve içindekiler bölümünün fotoğrafını çekip gönderiyorum. “Olur,” diyor.
Hay aksi, diyorum. Öğrencilere ödül verirken ben de hediye olarak kalem ve defter hediye edebilirdim birincilere. Bir daha davet edilirsem ödül töreni için… Her etkinlik sonrası, diğer etkinlikler için ne yapılabileceğini ya da konuşulabileceğini düşünürüm. Kalem ve defter…
Günlüğümü yazmak için biraz okuyorum. Okur yolculuğum için. Bana ilham vermiyor. Sonra düşünüyorum. Belki kendi yazdığım yazılarımın da yolculuğunu yaparım. Neden olmasın? Kitabı kapatıyorum.
Böyle böyle yazarken saatin nasıl ilerlediğini fark etmiyorum; saat çok geç olmuş. Martıların sesleri geliyor.
Bir yanıt bırakın