ÇOCUKLAR, KİTAPLAR VE EDEBİYAT
13 Nisan 2018
Çocukların eğitime katkıda bulunmaya çalışıyoruz. Eleştiriyoruz. Öğretmenlerle başlanıyor bu eleştiri. Sonra idarecilere yönelik oluyor. Ardından sisteme yöneliyor. Sonra da bütün olumsuzluklar birilerine yükleniyor.
Boşuna eğitim sistemini eleştirerek, çocuklarını okula göndermek istemeyenler çıkmıyormuş karşımıza. Bir bildikleri varmış. Veliler çocuklarıyla iletişim kurabilmek için rehber öğretmenden, pedagoglardan, psikologlardan yardım istemelerinin bir nedeni varmış. Bu konuda destek alanlar doğru iletişim kurmayı desteksiz devam ettirebiliyor mu, bilmiyorum. Bunu danışanlar olarak sürdürüyorlar. Kendilerini geliştirmek için çocuklarını yeni kuşakları anlayabilmek için okumaya zaman ayırabiliyorlar mı?
Bildiğimiz nedir? Bilmediklerimizin öğrenmekle okumakla öğrenebileceğimizden emin olmadığımız için bir ucundan başlayıp okumaya çalışıyor muyuz? Bilmediğimizi biliyor ve kabul ediyor muyuz?
Yerli yazarların tercihinde neleri dikkate alıyor, bize önerilen kitaplar arasından kimin önerilerini tanıtımlarını dikkate alıyoruz.
Necati Tosuner’in bir röportajını okudum. Çocuk kitapları yazmaya devam etmeyeceğini, yeni kuşağı tanımadığını söylemiş. Çok etkilendim. Onun yazabileceğini düşüyordum. Çünkü yetişkinleri tanıyordu. Çoğu çocuk kitaplarının aslında yetişkinlere de yazıldığını düşünüyorum. Usta yazarın da iyi eserler vereceğine inanıyordum. Çünkü çocuk edebiyatı edebiyattır. Bir şeyler öğretmeye çalışmaz. Onlar öğretici, bilgilendirici kitaplar içindir. Edebiyat değildir. Edebiyat günlük hayatın çıkmazlarına iletişimsizlerine ve daha çok da mücadele için cesaret verir. Okur bir başka hayatı tanır, sohbet eder, kendi hayatını düşünür anlatır ve çözüm bulur, mücadele eder. Bir çocuk oyun ister, nasihat ve bilgi değil. Ders kitabı değildir. Cinsiyetçi yaklaşımları, özellikle kız çocuklarının dikkatlerinden kaçmaz, kendi çözümlerini yaratır. Çocuklar dördüncü sınıfa kadar yaratıcıdırlar. Dördüncü sınıfta kız çocuğunun yaratıcılığı gerçek dışı olduğu için körelir. Çizgi filmler ön plana çıkar ve eğlence amaçlı izlerken olumsuzlukları da öğrenir. Günlük hayatına alır. Sonra da günler sıradan ve monoton geçer, inanmaz sıradan olmayana çünkü iletişimle bunu aşamayacağını deneyimler. Bir anne bir baba…
Sistemi kendi aramızda yaratan bizler olduğunu kabullenmeyiz, hep başkalarını sorumlu tutarız. Sonra benim de yakındığım gibi, neden çeviri kitaplar çok satıyor deriz. Çok basit, kendi kültürlerinde özgülükleri, bakış açıları bizden farklı olduğu içindir.
Çok yaratıcı olduğunu düşündüğüm bir çocuk kitabı vardı. Sonra bunun yaratıcılık değil, kendi yaşam tarzları olduğunu öğrendiğimde hayal kırıklığı yaşadım. Çok sevdiğim bir novella da hayal kırıklığına neden oldu, öykünün çekirdeğini yurt dışında gördükten sonra…
Demek ki yaşamadığımız bir şeyi anlatamayız. Çekirdeği oluşturan bir yaşanmışlık söz konusu olmalı.
Ben de yeni kuşağı anlayamadığım için yazmaktan çekinmeye başlamıştım. Benim yaratıcılığımı harekete geçiren yabancı çeviriler olmaya başladı. Çünkü…
Okumalarımdan sonra düşünmek zorunda kaldım. Yabancı yazarlar ülkemize geliyor, çok iyi gözlem yapıyor ve yazıyor. Neden öyle yapamıyorum. Sözdizimimde hata ve eksiklik var dedim. Dilimiz bunu izin vermiyor. Tıpkı baktığımız pencerelerin bize gösterilenin dışına çıkamadığına inanmak gibi. Sonra anladım ki… Biz yaptığımız hataları düzeltmeye çalışmıyor, sorunları görüyor ama yazmaktan kaçınıyoruz. Çünkü bu sevdiklerimize dokunduğu gibi kendimize dokunuyor, eleştiri yapmak zorunda kalıyoruz. Birbirimize dokunmadan yalnız kalmamak için baktığımız pencereden bakmıyor, bir başka dar pencerelerde direniyoruz.
Çocukların okuduklarında büyükleri eleştirmeden önce kendimizin kurduğu iletişimi eleştirebiliyor muyuz? Gerçekten her şeyi en iyi kendimiz mi biliyoruz?
Öğretmenlere eğitim için neler yapabilecekleri, nasıl davranacakları akademik çalışmalarla örnekler verilmeye çalışılıyor. Eleştiriler yapılıyor. Sınıfa girin ve bırakın ders anlatmayı onları resim yaptırmayı deneyin, parmak kaldırmalarını yasaklayın ve eşit olarak söz hakkı tanıyın. Oyun oynatın. Birçok kişi kendi çocuğu için de yapamıyor. Öğretmene şikayet ediyor ve sorunu nasıl çözmeleri gerektiğine kadar bilgilendirin. Biliyorsunuz ama siz yapamıyorsunuz. Ben kendi çocuğuma yapabildiğimden emin miyim?
İşte deneme yanılma yoluyla öğreniyoruz. Ama bir kuşak bunun acısını çekiyor.
Kimi yetişkinliğe eren gençler iyi ki annem öğretmenim beni dövmüş, adam oldum, diyorsa ne yapabilirsiniz? Ben üzülüyorum. Çünkü onun sağlıklı bir yetişkinliğe ulaştığına inanmak zor. Ama ona sorsan ben biliyorum, der.
Eti senin kemiği benim, denilen zamanlar. Kulak çekmeler, dayaklar, cezalar… Unutulmaması gereken bir şey var, ödülün olduğu yerde ceza da vardır. Ben cezaya karşı olduğum halde ödül verilmesini isteyen velilerim yüzünden uyguladım. Bunun ardından da ceza geldi. Çünkü en başta ödül vermemek cezadır.
Okula çocuklarını göndermeyen ünlüler var. Çözümsüzlüğün sonucunda kendi çözümlerini üretmişler. Bir yandan da çocuğuyla birlikte bir yılda bin kitap okuyan var. Kaç kişi çocuğuyla birlikte kitap okuyor? Eleştirileri neler? Açılmış bir çikolatanın paylaşımını nasıl düşünüyor? Kitabı bilgisi olmadan eleştiriyor? Evet sadece çikolata yüzünden kitabı siliyor, bununla kalmayıp genelleme yaparak…
Herkes yanlış yapar mı? Bu coğrafyada yaşayan herkes aynı eğitimi okuduğu ve her şeyi en iyi bildiğini düşündüğü için yanlış yapıyoruz.
Yıllar önce bir öğrencim kitapta geçen olumsuz cümleleri belirledi. Sonuç…
Yeni genç kuşağın yazdığı kitaplar… Belki de gerçekten de gençlere bırakmalı çocuklara yazma işini.
Bir genç yazarla yan masalarda kitap imzalıyorduk. Çocukların kitap alacak paraları yoktu. Sayfalara imza atmamı istedi. Birkaç cümle de yazdım. Çok mutlu oldular. Güldük, sorular sordum. Verdikleri yanıtlara göre cümleler yazdım. Bilmem belki ben de yanlış yaptım. Ama bunu yapmamdaki neden onlarla konuşmak olabilirdi. Ama mutlaka gülümsedim. Hayatı fazla ciddiye almaları gerektiğine inanmaları için olabilir. Oyun hatalarıyla, eksikleriyle sahneden olmadığımıza göre eğlenceli kılmak gerek düşüncesindeyim. Onlar oyun çocukları, oynamak önemli. Ezber oyunların dışına çıkarmak.
Bir öğrencim öğretmen oldu. Benim için yazdığı bir yazıyı, internette okumalarım sırasında okuma şansını buldum. Hâlâ ne söylemek istediğimi düşünüyormuş. Bence bir insana ulaşmak budur. Nasihat unutulur ama kısa bir bulmaca unutulmaz. Yıllarca yanıtını bulmak için farkında olarak yaşar.
Evet görünen buz dağının altını da görmek gerek. Söylenenler kadar söylenmeyenler. Neden söylenenlerden söylenmeyenleri çıkarmak zorundayız?
Bir yanıt bırakın