GÜNLÜKLER -97-
29 Aralık 2018
Kitaplar üzerine yazdıklarımı düşündüm. Yazdıklarım bir okurun yolculuğuydu. Kitaplarda bir başka dünya ararken kendi dünyasıyla araya giren bir okur. Ama bazı kitaplar vardı ki benim dünyamın dışındaydı. Ben onları anlamaya çözmeye çalışıyordum.
Lupita Ütü Yapmayı Seviyordu, Acı Çikolata şu anda aklıma gelen kitaplar. Bu kitapların bana farklı gelmesinin nedenini, dünyanın kendi dünyamın dışında kalışından yani coğrafyadan kaynaklı olabileceğini düşünüyordum. Benim o coğrafyayı tanımıyor olmamdan kaynaklanıyordu. Okumaktan büyük zevk alıyordum. Bir başka dünya sunuyorlardı ki aynı zamanda büyülü gerçekçilikti.
Başka dünyaları okumak güzeldi. Başka dünyalar etkisini çoğunlukla çeviri kitaplarda hissediyordum. Onat Kutlar’ın İshak öykü kitabını okurken de etkilenmiştim ki bu öyküler de büyülü gerçekçilikti. Şimdi ilk aklıma gelenler bunlar.
Bana dünyamı anımsatanlar, Türk yazarların eserleri elbette. Coğrafyamdan izler taşıyan kitaplar. Başkalarını, yaşadıklarımı, çevremi anlamam için çağrı yapıyorlar sanki. Kendimi de anlamaya çalışıyorum. Sanırım çok okur yanlı düşündüm ve anlatmaya çalıştım.
Şimdi ne yapmalıyım, bilemedim.
Bugüne kadar okur yolculuğunu yazmaktı amacım. Ama şimdi başka dünyaları okumak istiyorum. Okuduğum dünyaları da anlatamayacağıma göre, yazının sonuna mı gelmiş oluyorum? Oysa şimdi hiç zamanı değil. Tam da kadın eserlerini okuyacağım sırada.
Okuduğum kitaplarda altını çizdiğim cümleler… Uzun zamandır roman ve öykü kitaplarını çizmedim. İlk kitabımı ben de altı çizilecek bol cümlelerle yazmıştım. Yazmaya hep böyle mi devam edilir?
*
Birkaç ay bizim sokağı yazdım. Bu sokak rehin aldı zamanımı. Yazdım. Sonra okuduğum inceleme kitabıyla çözdüm ve dedim ki, sokaklar tüketime açılmıştır. Onca ay geçti bunu söyleyebilmek için. Şimdi bu cümle bir yerde kullanılmalı ki anlatabilsin düşüncemi. Eğer cümle olarak kullanılmayacaksa bir kurgu ile sokakları satışa çıkarmam gerekecek.
Yazmak için bir neden olur. Bir hedef koyarsın. Belirlediğin hedefe ulaşınca durur düşünürsün ya öyle işte. Düşünüyorum. Birkaç gündür roman ya da öykü okumadım. Okuduktan sonra şimdiki düşüncelerimin yansımaları nasıl olacak, yazarak göreceğim.
Yol nereye götürürse.
*
Sokaklar tüketime açılmıştır, dedikten sonra beni rahatsız eden sokak artık rahatsız etmez oldu. Yürürken çevrenin gayet bilincinde, insanları inceleyen biri oldum. Çünkü beni rahatsız eden şeyi çözmüştüm. Bu benim için kurgulanmışsa ben kurgu dışına çıkıp aynı soruları sormayı, aynı yerlere bakmayı reddediyordum. Yeni bir şeye bakıyordum artık. Merak ettiğim bilmek istediğim başka şeyler de olmalıydı.
Bu durumu yazmama ve okumama bağlıyorum. Edebiyat eserleri bana yazının doğasını öğretiyor. Hikayemin üslubunu belirleyen oluyor.
Kitaplarda altı çizilen cümleler, kendi hikâyemi anlatırken anlatının bir tür çekirdeğini oluşturuyordu.
Şimdi bu sokağı anlatırken yazımdaki karakter ne yapmalı ki benim dışıma çıkabilsin?
“Sokaklar tüketime açılmıştır.” Çekirdek.
Aslında şu anda yazarken bile ben’i yazmıyorum. Çünkü karşımda bir okurun olduğunu biliyorum. Onunla konuşur gibi yazıyorum. Bu sokaktan geçenleri izlerken, onlardan birinin de okumuş olabileceğini düşünüyorum. Biz bu sokaklardan geçerken hiç bu sokağı düşünerek yürüdük mü? Kaç apartmana girdik bu sokak üzerinde? Kaç daireye?.. Sokakta karşılaştığımız insanlar; yolda, markette, arabada, kapının önünde…
Çok karışık. Çok. Yazı kendinle başlıyor ve… İşte böyle de başka hikayelere yolları açılıyor. Önemli olan, yürümenin yerine de geçebilen, yazmak.
Şimdi baştan okuyacağım ve altı çizilecek cümleleri bulup çizeceğim. Öyle dedim ama altı çizilecek bir cümle bulamadım. Sokaklar tüketime açılmıştı, cümlesini önceden çizmiştim, çünkü bu çekirdek. Nereye ekersem orada filizlenecek.
*
Yürümeye tekrar başlamadan önce verilen kısa bir mola.
Güzel bir sabah.
Müzik, kuş sesleri… Emo/Eme’nin sesi. Tanıdık eski sesler.
Bir fincan sabah kahvesi.
Bir yanıt bırakın