GÜNLÜKLER – 9 Temmuz 2020
Yazmadan ve okumadan da yaşayabiliyormuş insan ama… Söyleyecek yazacak bir şey yoktu uzun zamandır. Okumalarla başka hayatlara ve dünyalara açılan perdeler ardı ardına açılıp kapanıyordu sayfalarla. Romanlar… Dönünceye kadarmış. Yazmak bir şekilde ifade etmeye zorlanmak, kendini savunmak değil de neydi? Dönünce kaldığın yerden başlanırmış. Öyle oldu.
Üç gün önce… Eve girince bir an için şaşırmıştım. Terk edilmişlik kokusu sinmişti. Yukamın yanına gittim. Yaprak uçları kurumuş ve gövdesi biraz daha yere doğru eğilmiş. Yokluğumda çiçek açmış. Kurumuş çiçeklerini dökmüş yere. Yeşil yapraklarının üzerinde de var kuru çiçekler. Makasla kuru çiçek dallarını kestim. Yapraklarını sildim. Yerleri süpürdüm. Örümcek ağlarını temizledim. Ne okumayı düşünüyordum ne de yazmayı…
Bugün eve dönüşümün üçüncü günü. Telefonla dostlarımı arayamayacak kadar geç oldu. Konuşmaya, dinlemeye ihtiyacım var. Burnum sızlıyor. Duvarlarda su lekeleri var. Islak mendille sildim. Saat geç. İnternetten bir yayınevinin yeni çıkan kitaplarını inceledim. Almalı okumalı mı? Kütüphaneme geçtim. Yine birkaç kitapla çıktım kütüphaneden. Salona geçtim ve okumaya başladım. Daha önce okumuş bazı yerlerin altını çizmişim. Çizmediğim bir yeri de şimdi çizdim.
“…çünkü faşizm söylemeyi engellemek değil, söylemeye zorlamaktır.” Roland Bartles/Romanın Hazırlanışı.
Mırıldandım. Söylemeye zorlamaktır. Yazın hayatımı düşündüm. Daha doğrusu arkadaşımla konuşurken konusu açılmıştı. Anılardan bir demet seçmiştim. Geçmiş işte, geçmiş ve bugünle bir ilişkisi yok, yoktu. Konuşmak istiyordum. Havadan sudan işte. Yazmak istediğim iki çocuk öyküsünü düşünmeyecektim. Yazmayı düşünmeyecektim. Roman dışında bir kitap okumayacaktım. Oysa kütüphaneden bir dolu kitap seçmiştim ve hepsinin de konusu yazma büyüsü üzerineydi.
Saat ilerlemiş. Telefonum çalıyor. Bu gece geç bir saatte Emo gelecek. Yuka ve Emo! Yuka beni kuru çiçekleriyle karşıladı. Ya Emo ne yapacak?
Buraya geldiğimden bu yana her gece yani üç gecedir geç yatıyorum. Oysa kendimi geceleri erken yatmaya alıştırmaya çalışıyordum. Yeni hayat! Burada gece sabaha karşı iniyor. Karanlığa gizlenmiş gölgeler seçilmese de korkutuyor. Koşuyor koşuyorsun kalemin dilin aydınlığının izinde.
Bugün öğle saatlerinde kuş seslerini işitince evimde olduğumu ayırt ettim. Sonra dışarıdan bir müzik işittim. Uzun zamandır bu müzikten uzak olduğumu fark ettim. Buradaki sessizlik bir başka. Martıların seslerini işitiyorum.
Bu sabah karga balkona geldiğinde mutfaktaydım. Onu izledim. Yokluğumu fırsat bilip boş saksının toprağına sakladığı cevizi aldı ve gitti. Bana güvenmesi gerekirdi oysa. Cevizi gördüm ve ona kırılmış olarak bırakmayı bile düşündüm. Bunu yapmadım çünkü ceviz, gerçek sahibine ulaşamayabilirdi.
Yazar adayı için en iyi öğretmen kitaplarmış. Çocukların öğrendiklerini unutmaları için beklerdim. O zaman başka türlü davranabilir, düşünebilirlerdi. Şimdi bunu kendim için istiyorum. Bu yazmaya devam mı demek oluyor?.. Çocuklar için…
Öğretmen arkadaşımla gün içinde uzun uzun konuştuk. Şimdiki çocukları eleştirdik biraz. Çocuk değil yeni kuşak çocukları. Ya da biz yorulduk ve böyle düşünüyoruz. Gerçeği kabul etmeli, kuşak farkı var. Ayrıca bugünün genç annelerini ve babalarını biz yetiştirdik. Bu genç annelerin ve babaların çocuklarını elbette biz yetiştiremeyiz. Onlar sahip olamadıklarını çocuklarının sahip olmasını istiyor. Sevgi beklemiyorlar, çünkü sevilmişler. Beklentileri somut şeyler. Ben hâlâ doğayı tanımalarını istiyorum. Ağaçlardayım, kuşlardayım, çiçeklerdeyim. Olmayan şeyler gibi görünse de bunlar günümüzde de var ama görmek istemiyorlar. Kaldırım taşları arasında büyümeye çalışan otları, kaldırımdaki ağaçları, parklarda ayakta kalmaya çalışan orman parçalarını, sayıları azalan kent hayvanlarını (kedi, köpek, kuş, sinek, böcek).
Çocuklar heyecan istiyor, macera istiyor, gelecek istiyor. Onların isteklerini de elbette anne babaları sağlayacak. Onların istediği şekilde çocuk öyküsü yazmak içimden gelmiyor. Ben de yazmıyorum. İki ay ara vermeyi düşünüyorum. Bu arada da günlüklerime devam etmeyi düşünüyorum. Günlüklerime ara verdiğim günden bu yana bir çocuk öyküsü yazdım. İsmi ne yazdığımı anlatacak elbette. Gelinciğin Rüyası. Klasik bir çocuk öyküsü. Editörüm yüz üzerinden seksen beş puan verdi. Torpil yapmasını istedim, “Girişi biraz kesersem doksan yapar mısın?” diye sordum. Gülüştük.
Gece sessiz. Saat üç. Emo gelecek. Bekliyorum. Martı sesleri nerede olduğumu bana anımsatıyor. Uykusuz gecelerime hoş geldin. Emo’ya böyle diyeceğim.
Akşama doğru Emel aramıştı. Kadıköy’deymiş. Gel dedi ama saat çok geçti. Yarın için konuştuk. Telefonunun kamerasını açtı, gün batımını birlikte izledik. İstanbul’da gün batımı bana İstanbul üzerine yazdıklarımı anımsattı. İstanbul üzerine yazılmış öykülerden yola çıkarak benim İstanbul’umu yazmıştım. Bakalım ne zaman basılmış olarak elime alabileceğim. Bir yıl oldu yayınevine dosyayı vereli. Birçok çocuk öyküsü var yazmak istediğim ama basılmayacağı için sadece bende yaşıyorlar.
Söylemek istediklerimi atlıyorum sanırım.
Haydi açıl kapı. Açıl. İçeri Emo gir ve miyav de. Ben geldim.
Bir yanıt bırakın