GÜNLÜKLER -87-

GÜNLÜKLER -87-

13 Aralık 2018

Yine eve giriyorum, diye başlayacağım günlüğüme dedim ve evden çıktım. Aklımda Eme. O beni karşılayacak. “Beni karşılayacaksın değil mi?” diye sordum bana bakar bulunca onu. Doğrusu dışarıda olacaklardan haberim yoktu. Böylesi iyiydi.

Hava güzel biraz esinti var. Güneş var. Sokaklar…

*

“Bilmediğimi bildiğimi bilmek bana bir adım daha atmamı sağlıyor.”

*

Bugün erken kalkıp okuma yapacaktım. Okuyamadım. Bilmemek daha iyi belki de.  Bilmediğini bilmemek demeliyim ya da. Dışarıda neler oluyor, gerçekten bilmiyorum. Bunu dışarı çıkınca fark ettim.

Gözlerim kapalı gidebilirim, gideceğim yere. Ama öyle yapmadım. Kaldırım taşlarına, apartmanlara baktım, yol kenarında park eden arabalara, restoran ve kafelere, manavlar, marketler…

Pastaneye girdim. Gördüklerim beni şaşırttı. Beş ay önce açılmıştı. Kalabalık olmayan güzel bir pastane börekçi kafeydi. Kapatılmış olan açık alan sıcacıktı, bütün masalar dolu ve dörder üçer kişi oturuyordu. Sanırım on iki masa vardı burada. Oturanların önünde kağıtlar, dosyalar vardı. Bir kenarda da çay bardakları boş duruyordu. Burası neresiydi? Herkes öğrenci olamazdı, gerçi bir iki kişinin önündeki kağıtların soru kitapçıkları, fotokopileri olduğunu görmüştüm. Ben ve arkadaşım bir masa boşaldı, oturduk. Yeni yıl hazırlıkları olduğunu düşündüğüm parlak simli yıldızlar süsler asılmıştı içeriye. Renk renk pastalar oturduğumuz camın ardında görünüyordu. “Ben de bilgisayarımı alıp geleceğim” dedim arkadaşıma. Bir an evdeki beni düşündüm. Evin rahatlığı varken benim ne işim vardı burada? Saat beşe doğru birden boşaldı masalar. Ben sırrını çözemedim.

Eve dönerken gördüğüm her yere girdim. Manav, market… Kendimce mantar arıyorum. Oh neyse ki aradığım mantar cinsi yok. Manavların birinden bir şeyler alıyorum. Taneyle havuç, taneyle domates, yarısı satılmış karnabahar, karalahana. Manavın sahibi enflasyondan şikayetçi. Dinliyorum. Bir müşteri tezgaha aldığı dört narı bırakıp gitmiş, ortalıkta yok. Karalahana demeti üç lira. Ben iki adet elime alıp bıraktığım için sesleniyor, sana ikisi beş olsun abla. Alıyorum. Karadeniz yemeğidir, karalahana sarması. Severim. Adam hâlâ şikayetçi. Kaç lira tuttuğunu söylüyor, çantamı açıyorum, cüzdanımı çıkarıyorum. İçinden alıyor uzatıyorum “Bak ben de karta düştüm” diyorum.

Binalar, binalar… Yirmi sekiz yıl bu mahallede otururum. Her an bir şeyler değişir, ama ben değişmem sanırım. Aynı yol durur. Yol kenarlarında her şey değişir. Son yıllarda daha çok değişiyor. Daha ben alışveriş yapmadan, oturup yiyip içmeden, satın almadan kapanıyor, bir başka şey açılıyor. Sürekli olacak bir yer arıyorum. Mahalle aralarında böyle yerler yok. Büyük isimler cadde üzerinde ve hiç değişmiyor nedense.

Marketimizin önünden geçiyorum. Açık olsaydı buradan alırdım, diye düşünüyorum. Kepenk yarı açık. Henüz tadilat tamamlanmamış. Sahibi değişmedi sanıyordum ama marketin adı değişmiş, tabela asılmış. Öf yoruldum. Ben nerede yaşıyorum böyle? Geçen haftalarda gümbürtülerle yıkılan apartmanın molozları taşınmış, temel kazılmış. Kendimi eve atmak istiyorum.

Yine eve giriyorum. Oh! Kilidinde dönüyor anahtar. Kedi beni karşılayacak, oturmuş olacak ve sarı sarı bana bakacak. Aklımdan eve girişlerimim  bin biri geçiyor. Zihnimin seçiciliğine bırakıyorum. İstediğini seçsin bakalım. Geçmiş yıllardan toplayıp önüme seriyor. Sersin. Kapıyı açıyorum.

“Eme!”

Kedi olması gereken yerde yok. Tekrar sesleniyorum. Yaşadığım elbette bir hayal kırıklığı. Ben böyle düşünmemiştim. O da benimle oynuyor. Gelmiyor. İçeri giriyor, sesleniyorum. Sesini çıkarmıyor. Koltukta uzanmış bana bakıyor. Tam bir üç kağıtçı bu.

*

Hatırladığım yeryüzünde ayak bastığım toprakların rengi gün geçtikçe kararıyor. Teknoloji ilerledikçe zihnimi satıyorum elektronik aletlere.

*

Kitabımı açıyor, sonra kapatıyorum. Telefonum ne güzel tatlı tatlı çalıp duruyor bu akşam. Müziği dinlendirici. Özel seçtim.

Birkaç kişiyle paylaşıyorum Ece Ayhan’ın günlüklerinden bir bölümü ve soruyorum. Herkes farklı şey düşünüyor.

Bodrum’a indiğini yazdıktan sonra  şöyle devam ediyor:

“… mektup attım. Gümüşlük’e döndüm. Bakkalın hesabını ödedim.

“Yer yatak, gök yorgan.””

*Yalnızlık.

*Ölüm.

*Parasız oluşu.

Ben de parasız oluşuna yakın bir şey düşünüyorum. Onlara düşündüğüm şeyi söylüyorum. Eğer bunu yazarsam bu kadar çeşitli düşünceler yorumlar olmaz, bu nedenle yazmıyorum, diyorum. Hepimizin farklı olduğunu kabul ediyorum ve bu denli farklı oluş beni mutlu kılıyor. Ben elbette işin edebiyat yanından düşünüyor edebiyat yapıyorum. Boşlukları ben dolduruyor, öyle anlatıyorum.

*

Kadıköy’e indim. Lili’ye mektubu postaladım. Parayı çektim. Eve dönerken bakkalın borcunu kapattım. Bir şey kalmadı elimde. Yer yatak gök yorgan. Sokakta da yaşanır. Yaşayan yok mu?

*

Bugün edebiyattan kente düştü yolum. İstanbul! İzmir’de kendimi öyle yabancı hissettim ki… Değişmek istedim, ama yapmacık kaldım. Vay be, dedim kendi kendime, İstanbul sen bize ne yaptın böyle? Şimdi kalkmış yılların katmanlarını yazıya taşıyorum. Hangi birini not alsam!

Yirmi sekiz yıl yaşadığım bu mahalleye yabancıyım. Ben onun yabancısıyım gibi davranıyor. Ne yapayım? Sil geçmiş tarihleri, diyor içimdeki bir ses. Bu kimin sesi çıkartamıyorum.  Bir romana başlamadan önce öyle mi yapmalıyım, geçmişi sil at. Şimdiden başla. Böyle romanlar yazılmaya başlandı bile.

İstanbul ve palimpsest yazdım internette arama motoruna. Birkaç yazı çıktı. Bir de kitap var, edebiyatla ilgili. Bir sen eksiktin palimpsest. Bir metamodernizmimiz vardı. Şimdi sen çıktın.  Bana kim çevirecek metamodernizmi?

Bu nereden çıktı? Ben aramış bulmuş değilim, telefonun diğer ucundan geldi.

Palimpsest, metamodernizm ve roman kahramanları…

Unut diyorum kendi kendime yüz yıllar önce yapılmış antik kentleri düşünme, sen o yıllarda yaşamış olsaydın içini bile göremeyecektin. Unut diyor, unutuyorum. Kalıntıların altında kalıyor, önceki yapıların kalıntıları. Sonra alçılarla, sularla… Sen de unut ama bilip de unut. Yıkılan binanı unut, yenisinin içine giremediğin. Unut gitsin. Sürekli değişen her gün bir gün girerim dediğin kapanan iş yerlerini unut. Bir kedi var evde, bir yuka, bir koltuk en sevdiğin mutfağın. Unutma onları. Gittiğin her yere sığarsınız.

Ama gel gör ki unutamıyorum.

Yeniden eve girdim.

Kedi, yuka ve ben.

 

 

 

 

 

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*