GÜNLÜKLER – 17 Kasım 2019
Okurun yolculuğun kaleme alınması bir yazı türü olmalı. Günlük hayatlarla kesişen anlatılar.
Jose Saramago’nun Körlük romanı bitti. Okumanın ardından ne yazacağımı bilemedim. Oturduğu gerçeklik zemini mi yazmalı ve üzerine okumalı yoksa insan psikoloji mi? Ya ahlak ve insani değerler?..
Mutlu azınlık sanırım yok. Gören ve gördükleri üzerine düşünen insanlar mutlu değil. Okuyan azınlık mı bunlar? Okuyan ve yazan. Belki de bir yazarın gerçekleri yazarken acı çekmesi, yürek ağrısı da gördüklerinden kaynaklı. Görülen kısımlar nasıl anlatılır? Her gün konuştuğumuz olayları nasıl anlatırız ve duygularımızı nasıl veririz?
Roman beni çok etkiledi. Başka kitapla eş zamanlı okuyamadım. En başta merak duygusu vardı. Sonra ne zamana kadar böyle sürecek diyerek hızlı okumaya başladım.
“Gelecek yoksa şimdiki zaman hiçbir işe yaramaz, sanki hiç yokmuş gibi olur,”
Bu cümleyi sevdim. Bir de şu anda aklımda olan: Zamana zaman tanımak.
Bu arada kitap hakkında yazılmış yazıları okudum. Sonra yazarla yapılan röportajı buldum. Okuduklarım dışında ben ne yazabilirim, diye düşündüm.
Kitabı bitirdikten sonra ben de bitmiştim. Alt üst oldum. Kentte gören tek kişi o. Ben de doktorun karısının gördüklerini anlatmasıyla görüyor ve bir kör gibi onun yardımıyla yürüyordum. Kokuları alıyor, korkuları yaşıyordum.
Kiliseye girdiklerinde ben de korkuyla duvarlardaki resimlerdeki insanların ve bazı hayvanların gözlerinin beyaz boyayla kapatılmasından ürktüm. Bunu kim yapmış olabilirdi? Herkesle birlikte onlarda kör mü oldu? Yeniden göremeyecek miyim? Şiddet, ölümler ve ahlaksızlıklar açlıktan, hastalıktan ölünceye kadar ya da bir başkası tarafından öldürülünceye kadar sürecek mi? Örgütlenmenin gerekliliği.
Travmatize Toplum’da Habil ile Kabil’in öyküsünü ve yorumlanışını okumuştum. Şimdi bunu tam zamanda okumuşum diye düşündüm. Anımsama da zamanlıydı sanırım. İnsanlığa bir ders olacak hikayeydi. Bu hikayenin temasıyla işlenmiş filmler ve yazılmış romanlar vardı. Yabancı yazarların anlatımıyla topraklar Tanrı’nın topraklarıydı. Kabil bu toprakları kendi mülkü olarak çitlerle (başka sınırlar da çizerek) çevirerek, toprağı işleyip artı kazanç sağlayarak… Bir de kardeşini öldürmüştü. Yorum yazmaya çekiniyorum. Ama Saramago’nun Kabil romanını okuyarak yazarın yorumunu belki yazabilirim. Yok yazamam, yalnızca altını çizeceğim cümleleri yazabilirim.
Dünya bize ait değil. Topraklar bizim değil. Her varlık için yaratılmış. Bir çocuk gibi hiç büyümeyecek bir çocuk gibi ona bakmalıyız. Varlığımızın nedeni bu olsa gerek.
Şu anda doğa hakkında da okuma zamanı ama sıra gelecek mi acaba? Neyse ki heybede bir şeyler vardı, heybeden yiyorum şimdilik.
Uzun süre dinlendim. Unutmak gerek, derinlere inmeden, bilinç akışına bırakmadan devam etmeli. Bu nedenle bir başka meraka sarıldım. Yazarın bir başka kitabı, Ölümlü Nesneler.
Şimdi her şeyi unutma zamanı. İnsan yaşayabilmek için bilinçli olarak unutuyor. Çalışması, koşuşturması belki de bu yüzden. Belki de aşk da öyle. Zamana zaman tanımak gerek.
Bitti. Kedi geldi.
Bir yanıt bırakın