AŞK ROMANLARI OKUYAN KADIN
15.BÖLÜM
Telefonu masaya bıraktım. Mutfağa geçtim. Olanları tekrar anımsamıştım. Şimdi içimde bir öfke vardı. O yalan söylüyordu. Ondan özür dilemem olanaksız.
İçeriden, telefondan sesler geliyor.
“Alooo! Alooo! Orada mısın? Alooo! Sesimi duyuyor musun? Ben seni duyamıyorum…”
Telefonu bir süre sonra kapattı. Onu kovdum mu? Bana vurmadı evet. Ben neden evden çıkıp gitmeye çalıştım? Artık geçmişi sindiremediğim için mi? Unutamadıklarımdan mı? Ben ne yapıyorum? Gerçeği, o gece neler olduğunu kim biliyor? O ve ben! Başka kimse yok! Kim haklı? O mu, ben mi?
Ağlamaya başladım. Bir boşluğun içinde savruluyorum. Hıçkırıklarım yükseldi. Kendimi yatağa attım. Parmaklarım saçlarıma dolanmış, saçlarımı diplerinden köklemeye çalışıyorum. Dayanamıyorum. Karanlık ve boşluk…
Kalktığımda gözlerim şişmişti. Banyoya girdim. Çıktım. Salona geçtim. Hiçbir şey yapmak istemiyorum.
Telefonum çalıyor. Arayan oğlum. “Anne nasılsın?” “İyiyim canım.” “Sesin kötü geliyor. Sen ağladın mı?” “Biraz.” “Yarın sana uğramak istiyorum. Öğleden sonra…” Bir ara sessizlik oluyor. “Gelebilirim değil mi?” “Elbette canım. Gel.” “İstediğin bir şey var mı?” “Simit…” “Alırım.” “Sokak simidi ama.” “Tamam. Yarın görüşürüz.”
Telefonu kapatıyoruz. Acaba ne söyleyecek? Bir tahmin edebilsem. Bunun olanaksız olduğunu biliyorum.
*
Öğleden sonra Akın geldi. Kapıdan içeri girdi, hemen salona geçti. Ortalığı toplamamıştım. Sadece yatağımı kaldırmıştım. Sehpaya baktı, eğildi kitapları eline aldı. Tek tek kapaklarına bakarken sordu.
“Kitap mı okuyordun? Aşk romanları… Sen hâlâ aşk romanları mı okuyorsun?”
“Evet. Kötü mü?”
“Aşk diye bir şey yok. Kadınlar olduğuna inanıyorlar sonra da olan oluyor.”
“Ne oluyor ki?”
“Siz kadınlar… Beklediğiniz gibi bir şey olamaz.”
“Ne bekliyoruz?”
“Aşkı bekliyorsunuz işte.”
“Kaç aşk romanı okudun da böyle söylüyorsun?”
“Sayıyla ne ilgisi var? Gerçekleri görmüyorsunuz. Görmek de istemiyorsunuz.”
“Gerçek olsun ya da olmasın. Ben aşk romanları okumaktan hoşlanıyorum.”
“İyi oku öyleyse. Ne diyeyim sana?”
“Teşekkür ederim.”
“Dün babamla konuştum. Onu evden kovmuşsun.”
“Sen de onun söylediklerine inandın öyle mi?”
“Henüz bir şeye inanmış değilim. Senin anlatacakların, her şeyi değiştirebilir de değiştirmeyebilir de. Babam evden neden gitti?”
Ne diyeceğimi şaşırmıştım.
“Ben gitmek için hazırlandım. Salona geldim, anahtarları önüne, masaya bıraktım, ben gidiyorum, dedim.” Sustum.
“Neden gitmek istedin?”
“Akşam yemeğinde yaşanan tartışmalar benim yüzümden olmuş. Beni suçladı. Ben de gidiyorum, dedim.”
“Sonra?”
“Bu saatte, gece vakti nereye gidiyorsun, dedi.”
“Sonra?”
“Ben giderim, dedi ve anahtarı bırakıp evden çıktı.”
“Onun başkalarıyla tartışması mı yani bu mu ayrılmak istemenin nedeni?”
“Sana tokat attı. Ablana ve halana…”
“Başkası seni neden ilgilendiriyor? Bana tokat attıysa da bu benim sorunum, senin değil.”
“Ama sana vurduğu için ben suçluymuşum. Araya girmem gerekiyormuş.”
“Ben çocuk değilim. Artık kimsenin araya girmesine gerek yok. Dün babamla aramız gayet iyiydi. Birlikte içki içtik ve sofrada her şeyi konuştuk.”
Ağlamak üzereyim.
“Babam senin aramanı bekliyor. Bence aramalısın. Şimdi değil yıllar önce ayrılsaydın. Cemre de ben de sayenizde mutsuz ilişkiler yaşıyoruz.”
“Senin mutsuz ilişkilerin neden benim sayemde? Kız arkadaşlarınla hiç tanışmadım bile.”
“Mutlu evlilik nedir bilmedik. Her gün kavga gürültü. Psikolojik şiddet, baskı… Benim yaşadıklarımı kim yaşadı ki?”
“Herkes aynı şeyleri yaşıyor. Sadece bu evde yaşanmıyor ki.”
“Emin değilim.” dedi biraz dalgınlaştı.
“Ben eminim ki kız arkadaşların da erkek arkadaşların da benzer olayları yaşadılar.”
“Mutsuzsanız neden evliliklerinizi sürdürüyorsunuz?”
“Çocuklarım için, dedim. Sonra yaşımızı başımızı aldık, dedim. Yaşlandık ama o değişmedi.”
“Ondan ne bekliyordun? Aşk mı?”
“Biraz sevgi, biraz saygı. Hep ben onun konuşmalarını dinledim. Biraz da beni dinlesin istiyordum.”
“Kim kimi dinliyor belli değil. İkiniz de o akşam için gerçeği söyleyemiyorsunuz. İkinizin de aynı şeyleri söylüyor olması gerekir, doğru değil mi? Ama ben ikinizden de farklı şeyler dinliyorum.”
Ağlamaya başladım. Ayağım yere basmıyordu. Karanlığın içinde yuvarlanıyordum. Her şeyi unuttum. Sadece bir acı var içimde. Savruluş.
“Ağlama anne. Ağlaman için söylemedim sadece gerçekten ne olduğunu öğrenmek istiyorum.”
“Ben doğruyu söylüyorum. Onu evden kovmadım.”
Yanıma geldi. Gözleri dolmuştu.
“Anne. Senin artık ağlamanı istemiyorum. Sadece bir an için sinirlendim. Özür dilerim.”
Hıçkırıklarım yükseldi. Kendimi tutamıyorum.
“Tamam. Ağlamam.” Bir süre sonra sustum. O konuşmaya başladı.
“Aranızda tam olarak neler yaşandı bilmiyorum ama önemli değil. Önemli olan aynı olayın anlatılmasıydı. Ama siz hep farklı anlatıyorsunuz. Demek ki birbirinizi anlamıyorsunuz. Dinlemiyorsunuz.”
Ağlıyorum sadece ağlıyorum. Gerçekler benim anlattığım gibi değil mi? Bunu mu söylemeye çalışıyor? Babasına inanmış olmalı. Hayır, hayır, onu ben evden kovmadım. Ben gidecektim ama…
“Anne ağlama artık.”
Başımı salladım.
“Yıllarca yaşadıklarımı düşünüyorum. Size her şeyi anlatmıyorum. Yansıtmıyorum da. Anlatmadığım çok şey var.” dedim.
“Anlatman için seni zorlamıyorum.”
“Herkesin kendine sakladığı kimseye söylemediği sırları var. Bir kadın olarak sana da anlatmadığım öyle çok şey var ki!”
“Erkeklerin de sırları var. Ben de anlatmıyorum.”
“Haklısın.” dedim başka ne söyleyebilirdim ki?
Etrafa baktı. “Kedi nerede?”
Ben ağlarken gelmiyor demedim. “Yatak odasındadır.” dedim.
Tablolara baktı. “Bunlar önceki tablolarından çok daha güzel.” dedi.
“Teşekkür ederim.”
“Gerçekten güzel.”
Artık ne söyleyeceğimi bilmiyorum. Soru sorarsa yanıt verebilirim. Onun dışında kafam bomboş. Boşluk ve karanlık ve uçurum.
“Babamla konuşacak mısın?”
“Konuşmalı mıyım sence?”
Bir yanıt bırakın