GÜNLÜKLER – 16 Ekim 2020

GÜNLÜKLER – 16 Ekim 2020

Eme’ye mama ve su verdim. Etrafımda mırıltılar eşliğinde dolanıp durdu. Onu sevdim. Kucağıma aldım. Ev önceki evi anımsatıyor. Koltuk üzerine çıkıp uzanabiliyor. Ben de aşağıda yatıyorum. Benim varlığımda öyle mutlu ki.

Dün akşam, kargoyla gelen kitapların bir kısmını kendi evime taşıdım. İyi ki emekli oldun en iyisini sen yaptın dedi. Evet, dedim. Senin zeytinlerin benim de kitaplarım var. Bıraktıklarımızın yerini doldurabileceğimiz başka şeyler olduğu için şanslıyız.

Evin kapısını açınca ışıkları yaktım. Eme yatak odasının kapısından başını uzattı, miyavladı. “Emeee!” dedim. O da bana yanıt verdi. “Miyav!” Oğlum, dedim; yanıt verdi. Kedi kumu sipariş etmiştim ve bugün akşam yedide kargo geldi. Kum paketinin arasında kedi oyuncağını hediye olarak göndermişler. Eme bu oyuncağı seveceğinden eminim.

Kitapları çalışma odasına bıraktım. Eme’yi kucağıma aldım, koltuğa oturdum. Eme kucağımda durmak istemiyor. Birkaç günlük benden uzak kalması bile bunu değiştiremedi. Eme kucak sevmiyor.

Çocuk geldi. Birlikte Eme’yi sevdik. Fakat Eme hiç mırıldamadı. Eve giren tek yabancı o. Eme ona alıştı. Aslında çocuğun Eme’ye uyum sağlayacağını sanıyordum, yanılmışım. Eme’yi kucağına alıyor, seviyor… Eme hiç karşı çıkmıyor ama mutlu değil. Kendisine su ve mama veren, ilgilenen başını okşayan yalnızlığını paylaşan çocuğa karşı oldukça hoşgörülü davranıyor. Çocuk sürekli konuşuyor. Ben de “Eme bu ne diyor?” diye soruyorum. Sonunda çocuk “Hep bu ne diyor diyorsun. Böyle söylemesene.” “Senin anlattıklarını anlıyor mu diye soruyor.” “Onunla konuşuyor musun?” “Evet konuşuyorum.” “Ne diyor peki?” “Anlamadım, diyor.” “Öf yaa! Onu benden daha çok seviyorsun kıskanıyorum.” “Kıskanma o bir kedi. Sen de bir çocuksun.” “O senin oğlun gibi seviyorsun. Sen doğurmadın ama çok seviyorsun.” Eme dinliyor bizi. Ben de ona onun bildiği kelimeleri sayıp döküyorum. “O sadece bu kelimelerin anlamını biliyor.” diyorum. O da benim söylediklerimi söylüyor. Sonra yeniden hikayelerine dönüyor. Okuduğu kitapların hikayelerini ondan dinliyorum. Bazı kitaplar için “Bunları sen de okumalısın, madem çocuk kitabı yazıyorsun. Oku.” diyor. Bana vereceği kitaplardan konuşuyor.

Çocuğa kitapları gösterdim. Bak kitaplar geldi, dedim. Aaa, dedi. Kitapların yanına gitti. “En üstteki iki küçük kitabı alıp gelir misin? Biri senin için, diğeri de benim için. Onun için aldığım kitabı çok beğendi. Şimdi bunu benim için mi aldın? Evet, dedim. Teşekkür etti. Ece Ayhan, diye okudu benim kitabımı. Hatırlıyor musun? Duvardaki fotoğraflardan hangisi Ece Ayhan?

Doğru fotoğrafı gösterdi. “Ama bu şairmiş.” dedi. “Evet. Fotoğrafların arasında şairler de var. Bak göstereyim. Bu…”

Yalnızca yirmi üç yazarın ve şairin fotoğraflarını çerçevelettim. Bu bile benim için oldukça maliyetli oldu. Daha  fazlasını yapamadım.

“Haydi şimdi bir sayfa aç, şiiri oku.” dedim.

Sayfaları karıştırdı. “Bunlar şiir değil.”

“Neden? Alt alta kısa dizeler halinde yazılmadığı için mi böyle düşündün?”

“Evet. Bunlar düz yazı.”

Ona bunların da şiir olduğunu söyledim. “Ama günlükleri roman gibi yazılmıştır. Hatta şiir tadında roman diyebilirim. Günlüklerini okuduktan sonra hayatım değişti yani yazılarım değişti demek istemiştim.”

Güldü. Bir sayfa açtı, okudu.

“Ben bir şey anlamadım.” dedi.

“Olsun.” dedim.

Koltuktan kalktı yatak odasına geçti. Kucağında Eme ile birlikte geldi. Koltuğa oturttu onu sevmeye başladı.

“Haydi Eme ile benim fotoğrafımı çek.”

“Olur ama sen de benim fotoğrafımı çeker misin?”

“İyi fikir. Önce benim fotoğrafım…”

Çocuk gittikten sonra, mırıltı sesleri öyle yükseldi ki uzun süre yanına oturup onu sevmek zorunda kaldım.

Sabah uyandığımda Eme ayak ucumda yatıyordu. Benim kıpırdamamla birlikte kalkıp başucuma geldi.

Öğle saatlerine doğru telefonum çaldı. Kalktım ve gün başladı. Aslında bütün gün bir şey yapmadım. Öğleden sonra evden ayrıldım. Zeytin bahçesine adım atmamla birlikte ciğerlerime temiz hava girdi. Kitap okumayı özledim. Yazmayı özlemedim ama gecenin ilerleyen saatlerinde yazmak istiyorum. Yazmak istediklerimi değil de, öylesine günlük sıradan şeyleri yazıyorum. İstediklerimi yazmak için plan yapmam disiplinli çalışmam gerekiyor. Buna yazma sorumluluğu diyorum. Son haftalarda keyfime göre okumak yazmak hoşuma gitti. Belki de tembelliğe alıştım. Çok sevdiğim romanı çok ama çok okumak istesem de okuyamıyorum. Kitabı alacaksın, gözlük takacaksın, gözlerin satırların üzerinde ağır ağır ilerleyecek. Elli sayfa okumak için ne kadar zaman ayırmam gerekecek? Hadi yirmi sayfa olsun. Yazarın diğer kitaplarından bazılarını  da aldım. Yazar olmak böyle bir şey dedim. Roman da böyle bir şey. Hayat da böyle zaten. Gerçekler ya da her insanın gerçekliği böyle.  Kurgulamak böyle bir şey. Sarsmak, düşünmek, sorgulatmak, yanıtsız ve arada kalmanın sızısı. Belki okumayı ertelememin nedenleri de bunlardır. Zorlamak sınırları.

Küçük sıradan olaylarla, dünya işlerine dokunmadan çoluk çocuğa yazıyorum. Kolay mı insan ilişkilerini, ilişkilerimizi doğduğumuz ülkenin kaderimiz olduğunu işleyerek kurgulamak? Hâlâ doğduğumuz ve yaşadığımız evlerle kaderimizin belirlendiğinde diretiyoruz. İkinci romanım kadın ve erkek arasındaki ilişkiyi ailenin diğer bireyleriyle birlikte kurgulamıştım. İlk romanım da bipolar bir kadını anlatmaya çalışmıştım. Şimdi zaman zaman bipolar kadını başka türlü yazmak istiyorum. Hayat hep geri dönüşlerle mi ilerler?

Sigara içiyorum. İzmaritini elimde tutuyorum. Senin yerini dolduracak bir şey bulmalıyım, diyorum ona. Ne yapmalı? Her sigara içmek istediğimde şiir kitabından bir şiir okumalıyım. Ya da dışarı çıkıp hatta pencereyi açıp derin derin nefes almak temiz havayla ciğerlerimi doldurmalıyım. Mesajları okumak, grup mesajlarına katılmak da olabilir. Kendime yeni boş zamanlar yaratmam gerekiyor. Bir mesajı yanıtsız bıraktım. Önemsemedim. Belki de önemsedim. Evlilik için her şeyi söyleyebilir, karşı gelebilirdim ama bir erkeğin zorunlu seks olarak bakması hiç aklıma gelmezdi. Elbette bir yanıtım var ama yazmak istemiyorum. Bir hikâye ile yanıt vermeyi tercih ederim. Kitaplarda altı çizilen cümleler hep başka hikayeleri anımsatır okuyana. Kendi hikayelerini. Çoğu zaman okuduğumuz hikayeleri unuturuz ama altı çizilen yerden doğan kendi hikayelerimizi unutmayız.

Unutmak. Çocukluklarını anımsayanlara imreniyorum. Keşke ben de anımsayabilseydim. Unutulmayacak hafızamda yer etmiş çocukluk anılarım yok. Son otuz yılı da taraf tutarak anımsayabiliyorum. Çocukluğumu meslek hayatım anımsattı da ne güzelmiş çocukluğum dedim. Bu ülkede kadınlar her şeye rağmen hayatta kalabiliyor. Çocukluklarını arkada bırakabiliyorlar da, kırk yaş sonrasında son yirmi yıldır yaşadıklarını arkalarında bırakamıyorlar.

 

 

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*