GÜNLÜKLER -16-

GÜNLÜKLER -16-

Bu gece de gönlümce çalıştım. Kütüphanedeki kitaplara baktım, hangi kitabı nerede bulacağımı bilmiyorum yani bazen. Çünkü sürekli yerlerini değiştiriyorum. Ezberim yok, dikkatli de değilimdir, ama aradığım kitapları nerede bulacağımı biliyorum. Kitaplarım…

Bir de kedi… Onun bir adı var ama adıyla seslenmiyorum. Adını, yazdığım çocuk kitaplarımda kullanıyorum. Bir ad verirsem, doğasına müdahale etmiş olurum, diye düşünüyorum. Evde bakılan hayvanların evcilleştirilmesi konusunda hep kararsız kalmışımdır; bu benim mesleğim olsa da.

Bir de ben varım. Okuduklarımdan, duyduklarımdan, tanık olduklarımdan etkileniyorum. Yıllarca okuma uğraşı içindeydim. Kuramsal kitapları daha çok okuduğum için olsa gerek öykü yazmakta çok başarılı değilim, üretken değilim. Roman da öyle; uzun bir süreç gerekiyor. Farklı bir ses gerektiriyor. Konuşmalarımda her şeyi kısa anlatmaya çalışıyorum çünkü sıkılıyorum. Daldan dala atlıyorum bu nedenle. Belki de kısa kısa anlatmam daha doğru.

Bir de evi paylaştığım sevdiklerim var. Ama onlar hiçbir zaman kitaplarıma konu olmuyor. Arkadaşlarım, dostlarım da öyle. Çünkü onların kendi hikayeleri var, kendi hayatlarını ördükleri hikayelerle geliştirip değişimlerini destekliyorlar. Benim yazmam onları yönlendirme olacaktır. Onlara saygım sonsuz çünkü bana yazma cesareti veren onlar, destekleyen onlar, her tür yardımı sağlayan onlar. Hikayelerine saygı gösteriyorum.

Öğrencilerim için de geçerliydi bu; yani kendi hikayeleri olduğunu ve müdahale etmemem gerektiğini düşünüyordum. Sonra baktım ki unutuyorlar, ben de onların güzel anılarını unutmamaları için yazmaya başlamıştım. Onlar benim küçük yazarlarım ve ressamlarım. Ama bu işim sürecinde birçok zorluklar yaşadığım da doğru. Bunların anlatmalı mıyım henüz bilmiyorum.

Bir de kedi dışında başka hayvanlar da hayatıma girdi; hikayelerini dinledim, ben müdahale ettim.

Ah bunları neden yazıyorum ki? Ama beni rahatsız eden konu başka. İyi misin, sorusunu sevmiyorum. Sanki kötü olmam gerekiyormuş gibi. Çünkü yazdığım günden beri beni rahatsız eden konuşmalar oldu. Bunları yazmak için, ne yaptığım, gibi. Ne esin perim ne de ilhamım var. Günlük telaştan kurtulduktan ve kitap okuduktan sonra yazabiliyorum. Okuduklarım beni neyi nasıl yazmak istediğime ışık tutuyor. Güzel metaforlar kullanmayı şiirlerle öğrendim ve benden önceki kuşakların yazdıklarından. Metaforların anlamlarını da Kitle ve İktidar kitabını açıp öğreniyorum. Okudukça yeni metaforlar buluyorum. Günlük telaş olmadığında bunlar konuya uygun olarak geliyor. Ama zaman değişti. Bu metaforlar kullanılmıyor. Kullanılmış bir dönem ve bu dönem kapanmış. Şimdi doğanın yerini insan doğası almış. Sıradan dediğimiz günlerin içine yerleşmiş. Bir bakış, bir el uzatış yani beden dili kadar, konuştukları…

Her şey zor, davranış modelleri bombardımanı uğradık ki ne olduğumuzu da kim olduğumuzu da neredeyse unuttuk. İçten, samimi, dürüst, konuşarak anlaşan, seven, aşık olan… Belki de en önemlisi değişime, özellikle baskılar karşısında duruşa, sessiz ve şiddetsiz direnişe gereksinmenin olması. Bu da yeni bir duruş, direniş. Değişim denildiğinde zamana ayak uydurmak anlaşılıyor. Zamana ayak uydurmak; bir inanç için, yaşamı anlamlandırmak için  yeni duruşlar sergilemektir. Bence yani. Bu da okumaktan geçiyor. Benim için yazmak ve okumak nefes alıp vermektir.

Öğretmen olan sosyoloji mezunu kadın arkadaşım okuduğum sosyoloji kitabını görünce, sen bunu anlamazsın, neden okuyorsun  demişti. Ama yılmadım, okumaya devam ettim. Anlayıp anladığımızın farkına varmayabiliriz. Bunu da deneyimledim.

Öğretmenlik süresince çocuklarımla yaptığım yazma ve okuma çalışmalarımda beni destekleyen okuma, Zehra İpşiroğlu’nun kitapları olmuş. Ben unutmuşum okuduklarımı. Ama yıllar sonra bilgilerimi tazelemek için kitaplarını tekrar okuduğumda hayretler içinde kalmıştım. Ben onun dediklerini yapıyordum. Yani deneyimim başka deneyimlerden geçiyordu. Başka kitaplar için de aynı şey geçerli. Hiç okumadığım kitaplar ne yazık ki psikoloji ve psikalaniz. Evet Yalom’u bir solukta okudum. Birkaç kitap da. Durulmaya Bir Kafa,  Sana gül Bahçesi Vadetmedim, Karanlık ve Boşluk (Bu kitap bir ilaç firması tarafından basıldığı için bulunma şansı yok, ben de tekrar okumak için aradım bulamadım, adı bile geçmiyor internette), Melankolik Kadındır, Gestald Terapisi, DonJuan Öğretileri… Adler… Adları aklıma gelmiyor. En güzel kitap Yıkıcı Duygularla Nasıl Başa Çıkabiliriz? Herkesin okuyabileceği kitaplarmış. Yazdıkça anımsıyorum. Ama çocuklar için neredeyse her şeyi zamanında okudum. Bana model olan da oğlumla birlikte izlediğim 402 Sınıf çizgi filmi oldu. Oradaki öğretmene hayrandım ve izlerken konuşmalarını çocuklara davranışlarını dikkatle dinler izlerdim.  Ayrıca çocuklarla okuduğum birçok kitap beni sonunda çocuklar için yazmama yöneltti.

Yazmak gerçekten çok güzel bir şey. Beni etkileyen ve küçük noktalara çeken, an dediğim zamanlara yoğunlaşmamı sağlayan sanırım eğitimim süresince yaptığım resim çalışmalarım oldu. Resimden yazıya geçmek zormuş. Ama oldu. Bütünü görüyorum ama küçük noktaları kullanıp kendi düşündüğüm bütünü yaratamıyorum. Çocuk öykülerimde iyiyim ama henüz yetişkinler için yapamıyorum. (Belki de tavşan Deliği filmi de etkilemiştir, ama hala kuantumla bağlantı kuramadım. Kuantum da matematik gibi, nerede kullanacağımızı soruyoruz. Okumalar şart.)

Yazmasam gerçekten de mutsuz olurdum. Ya yazacaktım, ya da lisede öğretmenlerimi dinleyip güzel sanatlar resim bölümüne girecektim. Kader derler ama sanırım kader dedikleri insanların çok çalıştıklarına ve sevdiklerine dönmesi, yani benim için.

Aşk sadece insanlara duyulan bir duygu değildir. Ama bir insana yönelen aşk insanı daha inatçı, daha direngen, güçlü kılıyor. Bu aşk da doğaya insana işine aşkı yaratıyor.

Bunları yazmaktan mutluyum. En azından şimdilik. Sonra ne olur, bilmiyorum. Suyun akışı nereye giderse. Bir sahil kasabasına ya da küçük bir dağ köyüne… Kim bilir?

İnancım şu ki herkes yazabilir. Yapılacak tek şey, yalnız kalıp şöyle saatlerce bilgisayarın başında oturma sabrı göstermek, olmadı diyerek defalarca yazmak. Sıradan dediğimiz günleri sıradan yapan biz kendimiz olduğunun fark edilmesi. Kimseyi değiştiremeyiz sadece kendimizi değiştirebiliriz. Kişisel tarihin önemi de buradan kaynaklanıyor.

Yazma ve okuma ile ilgili birçok deneyimlerim olduğunu şimdi fark ediyorum. Ama onlar da özelde kalsın.

Bir şey daha anımsadım. İnsanları anladığımı düşünür ve yazılarımda düşüncelerini okurdum. Öyle değilmiş. Düşünceden daha önemli olan davranışlar ve farkındalıklar, nakavtlar.

Bir şey daha anımsadım. Zaman (geçmiş şimdi gelecek) her ne kadar bağlantılı olsa da düz bir çizgide ilerlemiyormuş, hikayelerden oluşuyormuş. Sonları nakavtla bitenler bize yeni kapılar aralıyormuş. Bol nakavt olan hikayelere… Zamanda sıçrama da bu. Başarı nakavtları aşmaktır.

Yazdıklarım benim düşüncelerim olmayabilir. Ama ben de bunları deneyimlediğim, gözlemlediğim, duyduğum için aynı zamanda da benim düşüncelerim de oluyor.

Sayfada yazılarımı paylaştıkça daha hızlı öğrendiğimi fark ettim. Daha çok çalışıyor, okuyor, yazıyorum. Değişiyorum. Ama daha bir fırın ekmek yemem gerekiyor. Ömrüm ve arzum oluncaya dek buna devam. Hiçbir şey için geç kalmış değiliz.

Okuyan, takip eden herkese sevgiler.

Birçok şeye yer veremedim. Öyle çok şey anımsadım ki. Belki yine daldan dala atladım. Olsun.

Biraz öykü, biraz şiir, biraz müzik, biraz resim… Bugün de bitti.

 

 

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*