GÜNLÜKLER -13-

GÜNLÜKLER -13-

Bazı kitaplarım var ki, tekrar tekrar okumak istiyorum. Ne yazık ki zaman kısıtlı. Okunacak çok şey var. Yine de tekrar tekrar okuduğum kitaplar var. Yazmak çok değişik bir duygu. Özellikle kurguyu doğru yapabildiğinde ve sonuna kadar devam ettiğinde. Son desen de devam etmek isteğine boyun eğmek. Mektuplara bir türlü son verememem de böyle bir şey. Mektupları yazabilmek için okuduğum kitaplar yolunu aydınlatıyor. Bir tutam bilgi, bir tutam duygu, bir tutam sevgi… Bütün bu birler karışıyor ve sonunda bir şeyler yazılıyor. Ama bugünkü konu mektuplar değil.  Haberler olabilir ama haber konusu da ayrı bir tür. Savaşları anlatan öyle çok roman var ki. Tanıklık eden ya da cephede olan yazarların  romanları, anıları  okunmalı. Yazdığım bir cümle bile bugün yaşananlara çağrışım yapıyor.

Bugün yazmak istediğim bu değildi.

On iki kişilik bir pastayı, kırk kişilik bir  sınıfa götürüp dağıtmak istesem. Kırk kişi yiyemeyeceğine göre ödül koyman gerekecek. En hızlı okuyan ilk on iki kişi. On iki kişi  yiyecek, diğerleri yiyemeyecek. Bunu veliler duysa kıyamet kopar. Hemen öğretmen şikayet edilir. Oysa hayatın kendisi de bir pasta hikayesi. Kimseyi de şikayet etme lüksümüz yok. Çalış, çok çalış, eninde sonunda ilklere giremeyen kaybedecek.  Şikayet olduğumuz sadece çevremizdeki insanlar. Anne baba öğretmen diyerek başlar arkadaşlara kadar uzanır, okul müdürü bile nasibini alabilir.

Bir gün genç bir adam -arkadaşımın tanıdığı- eğitiminden söz etmeye başladı.  Çok dayak yemiş evde ve okulda. İyi ki yemişim yoksa adam olamazdım, dedi. Bunu söylerken hala dayak yiyormuş izlenimi bıraktı bende. Şimdi çocuklar dayak yemiyor neyse ki ama evde neler oluyor kim bilir.

“Bir galibin mağluplara vaaz vermesini dinlemek istemiyorum.” Halil Cibran

Bunun üzerine başka bir söz söylenebilir mi?

Bugün yazmak istediğim bu da değildi.

Ne havadan ne de sudan bahsetmek. Doğayı bugün günlüğümde yer vermemek. Bugün doğa yerine öyküyü koymak. Öykünün doğası. Öyle anlar var ki öykülerde anlatılan, bu anlarda insanın iyi doğası görünüyor ve güç alıyorsun. Hatta kendini onun yerine koyuyorsun. Kaç okur tutunamadı kim bilir. Kaç okur Oblomov gibi hissetti. Kaç okur Genç Werther’in Acıları’na  ortak oldu kim bilir. Daha başka kahramanlar da var. Tıpkı çocukluktaki gibi. Şimdiki çocuklar da okuduklarından değil izlediklerinden etkileniyor, böyle söylüyoruz. Leo Buscaglia’yı da ben unutamam. Halen izlerini taşırım. Şoföre, bana yol verenlere, yol soranlara… Konuşursam gülümserim, günaydın derim, iyi akşamlar derim. Belki de Küçük Kadınlar’dır beni etkileyen. Daha birçok kitap. Neyse ki artık ben kendim yazıyorum, etkilendiklerimden esinlenip. Esin dedim de hiç esin perim olmadı. Esinlenmiş olabilirim ama kitaplardan. Sokakta gördüğüm bir şey beni etkiler. Küfretmem ama yanımdaki arkadaşa bildiğim birkaç kitabın adını söyler tekrar okumak istediğimi eklerim. Basılmış bu kitapların adlarını şimdi söylemek istemiyorum. Sadece anımsadım. Her nedense.

Yazmak istediğim bu değildi.

Bugün çok önceden bana anlatılan bir hikayede insanın iyi doğasını görmüştüm, bunu bir öykü olarak yazacaktım. Ama öyküyü yazamadım. Başaramadım yani. Ormanın kenarında bir gecekonduda yaşayan aile ile ilgili. Delikanlının anlattıkları bana öyle yabancıydı ki şive değil de sanki başka bir dildendi. Anlamadım ama şaşırttı beni. Kendi hayatından bir kesit, evin dışında geçen bir olay. Ev hayatından da bir şey paylaştı. Dedim ki bu delikanlı ne kadar da soğukkanlı anlatıyor bunları? İnsan her koşulda yaşıyor, buna yaşıyor denirse eğer. Delikanlı gülümsüyor. Hep ağlayacak değiliz ya. Babası çoğu akşamlar eve gelmezmiş. Başka kadın varmış hayatında. Eve geldiğinde de annesi, yanında bütün çocukları olduğu halde, eline bıçak alır… Ben de şaşkınlıkla dinliyor, ne yapmalı diye düşünüyordum. Kafamda birçok kurgu, korku. Bunu anlamış olmalı ki,  merak etmeyin bir şey olmaz, dedi.

İlkokul beşinci sınıf kız öğrenci diyor ki beni okuldan alacaklar, evlendirecekler. Söz kesilecek. O da diyor, siz beni merak etmeyin.

İstediğim bu değildi.

Televizyon izliyorum. Mikrofon, küçük bir odada  okuma yazma öğrenen gençlere uzanıyor. Siz de okuyup doktor olmak isterdiniz, değil mi? Şaşırıyor gençler, onlar da hep erkek zaten, içlerinde bir kız bile yok. Söyleyecek bir şey yok, ne onların var ne de benim.

Yaşadığımız günleri…

Yazma…

Yazmak böyle bir şey.

Yazmayacağım diyerek satırlarca yazmak.

Bitti.

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*