GÜNLÜKLER -96-

GÜNLÜKLER -96-

27 Aralık 2018

Bizim sokakta kaldırımda yürüyorum. Kadıköy’e ineceğim. Marketin açılış töreni var. Kırmızı beyaz balonlar asılmış. Çelenkler duruyor. İçerisi kalabalık. Çok güzel görünüyor  her şey, al beni diyor ürünlerin her biri ışıl ışıl içerisi. Burada böyle bir market ilk kez görüyorum. Umarım birkaç hafta sonra…

Kaldırımın kenarında  büyük poşetli iki tekerlekli toplama el arabalarından iki tane duruyor. İki adam da oturmuş dinleniyor. Önlerinden geçmem gerekiyor.

Yok canım, yolumu değiştirmeyi düşündüm elbette. Kaldırımdan iner arabaların arasından geçer yoldan yürüyebilirdim. Olmaaz! Başımı çevirmeden onlara yürüdüm. Önlerinden geçerken içlerinden biri okkalı bir tükürük attı arkamda kalan tarafa. Sonra da konuşmaya başladılar. Türkçe konuşmuyorlardı. Onları orada bıraktım, ben mi suçluyum yani?  Yoluma devam ettim.

Metroya girişte durdum, bekledim, etrafa baktım. Hiç çocuk yok ortalıkta. Yer yarılmış okula girmiş olmalılardı. Simitçi simit satıyor. Milli piyangocu sessiz sesiz duruyor, bazen alçak sesle “Belki size de çıkar” diyor. Önünde Evden getirdiği bir sehpa, üzerinde biletler. Uzun yıllardır bilet almıyorum. Orada dururken de kimse gelip almadı.

Metroya iniyor, turnikelerin önünde bekliyorum. Kalabalık. Yine çocuk yok. İki polis erkekleri durduruyor, kimliklerini alıyorlar. Hiç kadın durdurmadılar, diyorum. Bunu söyler söylemez genç bir kadını durduruyorlar. Bana bakıyorlar ben de başımı çeviriyorum. Merdivenlerden inenlere bakıyorum.

Arkadaşım yanıma kadar geliyor. Onu görmemişim çünkü beklediğim yönden gelmiyor. Birlikte metroya biniyoruz. İş çıkış saati ama oturacak yer bulabiliyoruz.

Kadıköy. Deniz, vapur, balık, martılar… İnsanlar.

*

Mutfakta kahve molası verdim. Tiz kadın sesi ve bas erkek sesi. Uzun zaman oldu sesler gelmeyeli. Salona döndüm.

*

“Yazdıklarımdan sıkıldım artık.”

“Neden?”

“Hep aynı şeyi yazmaya başladım.”

“Sen de dışarıya çık, izle…”

“Dışarda anlaşılmayan sesler, görüntüler var. Ben başka bir şey istiyorum.”

“Ne mesela?”

“Şöyle düşün. Altın gününe gidiyorum. Programımız kitap tanıtımı olsun. İki reklam arasında beş dakika yeter bana.”

“Reklamlar?..”

“Yemek tarifleri, leke sökücüler, perdeler, oyuncaklar, elbiseler…”

“…”

“Bak bu hoşuma gitti.”

“Sevdiysen neden olmasın?”

“Dedikoduları da dikkate alabilirim.”

“Sen ne diyorsun yaa?”

“Bilmem.”

Durdu yolun ortasında yüzüme baktı.

“İyi ben de seni yazarım.”

“Yaaaz.”

“Balık alalım mı? Evde pişiririz.”

“Birlikte mi?”

“Yok canım. Herkes kendi evinde.”

“Nasıl böyle cümleler kuruyorsun, seni bazen anlamıyorum.”

“Konuşmayı da en az kelimeyle anlatarak, bol bol keserek.”

“…”

“Herkes dinlemiyor. Bu nedenle kısa yoldan anlatman gerekiyor.”

“Elbette dinlemezler seni. Her şeyi anlatmaya sondan başlıyorsun. Merak kalmıyor.”

“Yaaa” dedim gülmeye başladım.

“Ne oldu yine, neden kendi kendine gülüyorsun?”

“Beni böyle daha iyi dinliyorlar. Şaşırmak hoşlarına gidiyor.”

“Aklından geçeni sakın yapma.”

“Ne?..”

“Sakın böyle yazma.”

*

İmge Kitabevi.

Kitap kitap kitap. Kitabevlerine giriyoruz ama kitap almıyoruz. İmge Kitabevine giriyoruz. Kitaplara bakıyoruz. Bir rafın önünde duruyorum. Bir kitap, iki kitap, üç…

“Aaaaa, bak buradaki kitaplar hep kadın yazarlara ait.”

“Bakayım.”

“Adını duymadığım yazarlar var.”

Birlikte kitapları inceliyoruz. Fotoğraflarını çekiyorum beğendiğim kitapların. Her yazardan bir kitap seçiyorum.

“Başka aşklar cümbüşlü karıncalar hepsi hikâye

Belki bir gün uçarız

Çokçağı ev anası

Her dağın gölgesi Deniz’e düşer denize yazıldı bir yangının külünü

Asiye Kabahat’ten şarkılar dinlediniz.”

“Bu ne şimdi?”

“Kitapların, fotoğraflarının çekiliş sırasıyla isimleri.”

Arkadaşım fotoğrafımı çekiyor.

Relamlaaar!

Kadın yazarların eserlerinden almak istiyorsanız, kitabevinin kadın yazarlara ayırdığı iki bölümdeki kitaplara bakabilirsiniz.

İmge Kitabevi.

*

Hollanda’daki arkadaşımla konuştum. Ne yaptığımı sordu.

“Kendi işimin patronuyum” dedim.

“İş yerimi açtın?”

“Yok canım, evden çalışıyorum. Yazıp okuyorum.”

Gülüştük. O da yazmak istiyormuş.

“Yanımda olsaydın keşke” dedi.

“Yanındayım. İnternetten yazışırız. Sen yaz ben de düzelteyim” dedim.

“Bazen seninle konuşuyorum, sen varmışsın gibi…”

“Neden aramıyorsun?”

Aslında çok konuştuk ama eylem yoktu sadece düşüncede kalıyordu her şey.

“Gelecek misin?”

“Düşünmüyorum. Bu çukuru artık seviyorum” dedim. “Başka bir yer olmadığı için elbette.”

“Gezmeye gelmez misin?”

“Sanmıyorum.”

*

Telefon. Yarın buluşacağız nokta Maltepe dolmuşları mavi başlıklı.

Kitaaap! Bitireceğim seni.

*

Edebiyatta Eleştirinin Özeleştirisi kitap okuması:

Murat Saat, hapishaneden yazan kalemi güçlü bir yazar. Ödüllü. İki kitabı var. 2017’de hayatını kaybetmiş. Okunacaklar arasında. Kadınlara bakış açışı da çok önemli. İlk ezilenin kadınlar olduğunu anlatıyor, Saat. “Sen Benim En İyi Arkadaşım mısın?”

Dün gece pencerenin önünde durmuştum. Düşünmüştüm kırmayı ama cam kırıklarıyla elimi kesmek istemedim. Dışarı attım kendimi güne başlar başlamaz. Şimdilik. Benim için gitmek, evdeki duvara asılıp kalmaktı; tuvaldi. Zaman yok. Mekan yok. Kimse yok.

“Öykünün camını çerçevesini indirmek mümkün mü?” diye başlıyor bir bölüm. (s.93) “Dünya, yazana neyi dayatıyorsa, öykü türünün içinden bastırılanı yansıttı, dile getirdi.” Bu bölümde yazarların kitaplarını ele alıyor. Eleştiriyor. Birçok notlar alıyorum. Bugün kitapların arasında birkaçını gördüm.

Kadınların sokağa çıkışını edebiyattan izlemeye çalışıyorum. Yazarları not alıyorum. Füruzan, Latife Tekin,  Oylum Yılmaz, Mavi Neşe, Özcan Karabulut.  Eleştirilen kitaplarını da not alıyorum. Bir dönemi edebiyattan dinlemek gerek.

“Dönemin romanını yazmak mümkün mü?” başlığı altındaki çok önemli bir konu yer alıyor. Gezi’yi anlatıyor ve edebiyat eserlerini ele alıyor.  “Gezi’deki duvarların, pankartların dili, alışıldık sloganların ötesindedir” der. (s.120)  Edebiyatın, Gezi Ruhunun dilini, yaklaşımını yakalanamadığını, geride kaldığını anlıyorum. İnadına isyan mı, demişlerdi? “Gezi’nin duvarları, pankartları yeni bir dil yaratsa da bu dil edebiyata taşınamamıştır.” s.120

Bu yazısında Vivet Kanetti’nin Yonca Lana Feride isimli kitabını ele alır. Üç kadın anlatılmaktadır. “Kadınların dilinden, anlatımından roman kurulmaktadır.” s.121

  1. Bölüm “Gösteri Edebiyatı”na ayrılmıştır. Burada eleştirilen kitapları okumamıştım. Not da almamıştım zaten. Yine almadım. Ama altını çizdiğim bir yer oldu.

“Gezi Hareketi, özerk, yatay ve lidersizdi. Türkiye’de yeni bir dilin var olduğunu ortaya çıkarttı… Zorlama bir dil değildi, poz vermiyordu, doğaldı. Eleştirinin odağındaysa erkek egemen anlayış vardı. Belki de bu dili aslında kadınlar ve gay’ler kurduğu için böyleydi. Gezi Ruhu, sadece siyaseti değil, edebiyatın içindeki erkek egemen değerlerin yükselişini de sarsar diye düşünmüştüm.”  s.130

Kitap altını çizdiğim son cümleyle bitiyor, s.147’de.

“Gülümseyin, yine çektim.”

*

Böyle işte. Gün bitti. Anlatılacak daha doğrusu hikâye olabilecek çok şey vardı ama o da yazabileneydi ancak.

Fısıldamayacağım. Yazamıyorum işte! Ne yapayım?

 

 

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*