GÜNLÜKLER -101-

GÜNLÜKLER -101-

10 Ocak 2019

Gitmek istemiyorum, dedi.

Olsun, dedim. Omuz silktim. Gider dönersin, dedim.

*

“Mideniz bulanıyor, açsınız. Bir lokma alsanız” diterek simit uzattım.

Ters ters baktı bana.

Sen Tanrı yazar mısın? Nereden biliyorsun aç olduğumu? Aç değilim işte.

Boşuna ısrar etmeyin, itiraf edin, demedim. Sustum. Öyküye kaldığım yerden başladım, onun söylediklerinin üzerini çizdim.

Uzattığım simidi aldı. Birkaç lokma yedi.

“Hay senin iyiliğine de… Kim senden yardım istedi ki?”

“Ne oldu ki?”

“Bana yardım etmeni istemedim. Anla! Sadece beni anla! Sen de aç kal! Anla açlık ne!”

Ben de çok aç kaldım elbette. Anlatmadım da, kimse yaşasın istemedim de. Belki de hatta sırf bu yüzdendi ona simidimi vermemim nedeni.

Üzerini sildim. Ne yazacağım şimdi?

Yazacak istek de bırakmadı bende.

Bir adam vardı metroda. Eğiliyor, öğürecekmiş gibi oluyor, sonra arkasına yaslanıyor, derin derin soluk alıyordu.

Kadın bir ara sendeledi, düşecek sandım, tutmak için uzandım, elindeki poşete takıldı parmağım.

“Ne yaptın? Ben buna kırk kuruş verdim, patlattın” dedi.

“Özür dilerim hanımefendi. Gerçekten çok üzgünüm. Düşeceksiniz diye çok korktum, tutmak istedim sizi…”

“Beni ne tutacaksın. Düşmek için yer var mı ki düşeyim. Düşmedim işte.”

Metrodan indim.

Otobüse bindim.

*

Otobüste en ön koltukta iki kadın oturuyoruz. İçerisi tıklım tıklım. Durmadan yolcu biniyor, arkaya ilerliyor.

“Nasıl ineceğiz?” diye soruyor.

“İzin isteyeceğiz, aşağı inip yol verecekler.”

“Onlar bizden genç. Artık bize yol verirler.”

Onun benden büyük olduğunu düşündüm. Güzel bir kaşe paltosu vardı. Elleri eldivenli. Başında güzel bir şapka. En az yetmiş yaşındaydı.

“Bizim zamanımızda” diye başladı.

Zamanlarımızı anımsadım.

“Haklarımızı almadık, bize sunuldu. Bu yüzden kıymetini bilemedik. Her şey ortada kimsenin sesi çıkmıyor…”

İşsizlik, pahalılık, iletişimsizlik…

Kadın hakları, çocuk hakları, engellilerin hakları…

Çalışanların hakları.

Yaşlılara sevgi saygı, çocuklara sevgi, eşlere… İnsan sevgisi ve saygısı.

“Bizimle birlikte kapanacak bir devir” dedim.

Ne çok çalıştım ama, diye düşündüm. Deli gibi çalıştım. Deli gibi hasta oldum. Deli gibi sevdim. Ben kuşağımın delisiyim.

“Çok çalıştım” dedim. “Pazar günleri evden kaçar çalışırdım.”

“Ben de çok çalıştım. Evde, iş yerinde…”

Biliyorum. Nasıl bilmem. Beni yetiştiren kuşak işte. Nazik olmalı. Sessiz olmalı. Saygılı olmalı. Ağzından çıkanı kulağın duymalı. Başkalarını anlamalı…

Anladık da ne oldu? Üzerini çizdim işte hepsini. Çiz. Çiz. Nasıl anlaşacağız öyleyse?

Yanılmadığımı otobüsten inerken anlayacaktım.

“Şoför Bey, durakta ineceğim. Ön kapıdan inebilir miyim?”

“İnemezsin. Dönüşte in.”

“İyi olur, gezip görmüş olurum da dönüşte de inerken sorun olacak.”

Gülüşmeler.

Otobüs durdu.

“Müsaade eder misiniz ineyim? Çok teşekkür ederim. Sizi rahatsız ettim ama…”

“Çok teşekkürler çok teşekkürler.”

“İyi günler şoför bey.”

“İyi günler şoför bey, teşekkürler. Kolay gelsin.”

“Sizi rahatsız ettim kusura bakmayın.”

“Sağ olun, yol verdiniz. İyi akşamlar.”

İndik, kapı kapandı. Biz iki kadının dışında kimse ağzını açıp tek kelime etmediği için yazamıyorum. ;
‘Rica ederim bayan. Rahat ininiz lütfen.’

Ya da,

‘Hay senin rahatın batsın. Otur oturduğun yerde. İş çıkışında ne işiniz var otobüste. Gündüzler çuvala mı girdi?’

Çok şükür Tanrı yazar değilim. Duyduğumu yazarım ben. Bir de dediğimi bilirim.

“Çok şükür inebildik” dedi kadın.

Yolumuz ayrılıyordu.

Eee beni yetiştiren kuşak mutlu olsun artık.

“İyi akşamlar” diye seslendim.

*

Dönmek istiyorsan dön gel. Ama ben gidiyorum.

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*