BEN DE VARIM DİYEN HİKÂYELER – 1./26 Ağustos 2020

başka bir dünya için

BEN DE VARIM DİYEN HİKÂYELER – 1./26 Ağustos 2020

Bu gece İzmir’den İlkses Gazetesi’nin yazarlarından Onurhan Alpagut ile yaptığım röportaj sonrası geçen yılların özeti geçti gözlerimin önünden. Üstelik de seslendirmesi de vardı. Ben Ben de Varım diyen sessiz hikâyeleri dinlemiş izlemiş hatta hikâyelerinin içine girmişim. Onlara karşı bir sorumluluğum olduğunu fark ettim. Ben de Varım Diyen Hikâyeleri bakalım yazabilecek miyim?

Çocukluğumdan bugüne kadar içimde yer etmiş insanları düşündüm. Çocukları düşündüm. Madem başlığını buldum. Öyleyse denemeliyim, dedim. Hem de bu gece. Hikâye başlıklarını sonra yazacağım, çünkü haklarını vererek yazmak istiyorum.

Neden yazıyorum? Bu sorunun yanıtı büyüdükçe değişir. Ben de neden yazdığımı düşündüm aldığım yaşla birlikte. İlk başlarda yaşamak içindi. Madem şimdi yaşıyorum, ölmedim. Şimdi, ben de varım, diyebilmek için yazıyorum.

Bir garip adam vardı bir zamanlar gençti, şimdi yaş aldı.

1.Hikâye

Mavi umuttur. Gökyüzüne bakınca unutturur her şeyi. Her yerde aynı olan bir tek gökyüzü vardır. Sonsuz bir zamanda değişmemiş.

Bir garip adam vardı bir zamanlar gençti, şimdi yaş aldı. Kimsenin yüzüne bakmazdı. Başını gökyüzüne çevirir, bulutsuz havalarda gülümserdi.

Aramızda küçük bir duvar var. Duvarlar briket. Sadece başı görünüyor bizim bahçeden. Briket ev büyük deposuyla birlikte yıkıma mahkum edilmiş. Bahçesinde otlar adam boyu olmuş. İçine girsen kaybolabilirsin. Ama o kaybolmazdı. Küçük parmaklıklı kapı gıcırdayarak açılır onun eve döndüğünü haber verir. Yapacak işi  olsun yeter. Ama bahçe tarla işlerinde çalışmayı bilir, başka da bir şey gelmez elinden. Benden büyük ağabeyim benim. Zaman zaman kapı önünde karşılaşır, ayaküstü hal hatır sorarız birbirimize. Bahçesinde şimdi otların arasında geri dönüşümü olabilen çöplerden toplanmış ıvır zıvır yığılı. O yokken, geçenlerde bir kamyonet bahçeye girdi. Ne bulduysa kasaya atmaya başladı iki adam. Sonra o geldi. Yarım yamalak bahçeye bunları onun taşıdığını söyledi. Onu dinleyen kim? Parmaklarıyla dokunsalar düşecek o. Sallanıyor ayakta. Pazarlık yaptılar üç beş kuruşa kapattılar olayı. Bahçesi temizlendi. Valizler, klozet kapakları, şişeler, tahtalar, koltuk parçaları, naylonlar… Çöp konteynırlarında ne bulduysa çekiştire çekiştire getiriyor. Geçenlerde iki tekerlekli ama tek kapaklı bir valiz bulmuş. Artık ne çıkarsa kısmetine onu topluyor atıyor valize sonra da taşıyor.

Geçenlerde yoldan geçen bir kadın bahçe kapısının önünden geçerken durdu.

“Deli mi nedir bu adam? Her gün çöp kutularının önünde. Yoksa ayyaş mı?” diye sordu. Aslında sormaktan çok onunla, deli olan o adamla komşuluğumuzu soruyor.

“O adam deli değil. Engelli.”

“Yaaa öyle mi? Yazık adama. Bakacak kimsesi yok mu?”

“Var. O çalışmayı seviyor. Boşta gezemez.”

“Bu yaşta neden çalışıyor. Otursun evinde.”

O sallana sallana geldi. Bahçe kapısına bağladığı teli çözmek için biraz uğraştı. İçeri girdi. Kadın ona bakıyordu.

Geçenlerde belediyeden geldiler. Onu çağırdılar. Bahçenin pisliğinden yakındılar. Deponun da kapısı yoktu, içeride ne varsa çer çöp görünüyordu. Etrafı temizlemek istediler. O izin vermedi. Bunca atık, sineklerin yuvası, dediler. Olmadı, ilaçlama yaptılar sonra da gittiler.

O başından hiç çıkarmadığı kasketiyle bahçe duvarının önünden mırıldana mırıldana geçti.

Onun da bir ailesi vardı. Engelli iki kız kardeşi ve annesi. Babası uzun yıllar önce ölmüştü. Babasından yediği tokatlar ve hakaretler ömür boyu onu bırakmayacaktı.

Eve girmeden önce başını kaldırdı, gökyüzüne baktı. Hava açık, sarı güneş mavilikte. Bir bulut dahi yok. Hey sen aydınlık, geceye teslim etme bizleri. Gün yüzünde her şey çırılçıplak açık.

 

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*