AŞK ROMANLARI OKUYAN KADIN 16.BÖLÜM

AŞK ROMANLARI OKUYAN KADIN

16.BÖLÜM

“Elbette konuşmalısınız.”

“İlk kim arayacak? O mu ben mi?”

“Ben onunla konuşurum. Seni aramasını isterim. Ama sen de telefonlarına bak.”

“Ben ararım onu.”

“Tamam.”

Onun gitmesiyle kendimi yatak odasına atmam bir oldu. Ağlamaya daha koridordayken başladım. Yastığımı yumrukladım. Olmadı kalktım. Aynanın önüne geçtim. Defalarca, önceleri yaptığım gibi ellerimi cam kırıkları kesinceye kadar yumruklamak istedim. Yalancı!

Kelimelerin tükendiği nokta, seslendirmenin de görüntülerin de son bulduğu bu nokta… Boşluk ve karanlık beni yuttu.

Yazamayacağım.

*

Telefonun sesiyle uyandım. Kolumu telefona uzatamıyorum. Başım yastıktan kalkmıyor. Haydi dene, kalk.

“Nasılsın canım?”

Ağlamaya başlıyorum.

“Ne oldu? Neyin var senin?”

“Bilmiyorum.”

“Gelmemi ister misin?”

“Evet.” diyerek ağlamayı sürdürdüm.

“Kapa geliyorum.”

Tekrar uyumuşum. Kapı zilinin sesiyle yataktan kalktım. Beril içeri girer girmez kollarını iki yana açtı. Kollarının arasına gömülü verdim, ağlamaya başladım. Beni salona götürdü, oturttu. O da yanıma oturdu.

“Ne oldu canım?”

“Kendimi iyi hissetmiyorum. Bilmiyorum neden böyle oldum. Resim yapmak istemiyorum, yazmak istemiyorum. Aşk romanları okumak da istemiyorum.” derken hıçkırıklarım başlamıştı.

“Tamam. Bir şey yapmak zorunda değilsin ki. Seni iyi hissettirecek şeyler yapman önemli. Ama önce çok sevdiğin şeyleri birdenbire yapmak istememenin nedenini düşünelim. Ne dersin?”

“Ölmek istiyorum.”

“Kim ölmek istemedi ki? Hepimiz zaman zaman ölmek istiyoruz. Ama ölmüyoruz değil mi? Yaşamamız gerekiyor.”

Ağlıyorum.

“Şimdi bana neden böyle düşündüğünü söyle. Bunları ne olduktan sonra düşünmeye başladın?”

“Onu evden kovduğuma inanıyor.”

“Kim inanıyor?”

“Oğlum.”

“Ne zaman söyledi?”

“Dün eve geldi. Babasıyla konuşmuş. Ben hayır dedim.”

“Neye hayır dedin?”

“Ben kovmadım, dedim. Sonra kim doğruyu söylüyor, kime inanayım dedi.”

“Tam olarak böyle mi söyledi?”

“Tam olarak böyle söylemedi ama bunu söylemeye çalıştı. Onunla konuşmayı kabul ettim. Ararım dedim.”

“Kimi arayacaksın?”

“Onu. Babasını.”

“Sen içki falan mı aldın?”

“Hayır. Bir şey içmedim.”

“Duşa gir. Ben de çay koyayım. Gelirken simit almıştım. Bir şey yedin mi?”

“Yemedim. Açım.”

“Haydi banyoya gidelim.”

Kolumdan tuttu, banyoya götürdü.

Banyodan çıktığımda mutfak masasının üzerinde simit ve çaylar vardı. Oturduk. Acıkmışım. Konuşmadan simitlerimizi yedik. Sıcak çay da iyi geldi.

“Geldiğin için teşekkür ederim. Şimdi kendimi daha iyi hissediyorum.”

“Konuşabilecek misin?”

Başımı salladım. “Evet. Dün Akın geldi. Salona geçti. Kitaplara baktı, bir şeyler konuştu falan…”

“Kitaplar için bir şey mi söyledi?”

“Evet. Sen hâlâ aşk romanları mı okuyorsun, diye sordu. Sonra da aşkın olmadığını söyledi. Kadınlar romanlardaki aşkların gerçek olduğuna inandıkları için ilişkilerinde beklenti içine giriyorlarmış.”

“Yaaa… Sonra?”

“Aşk falan yokmuş. Gerçekleri görmek gerekirmiş.”

“Gerçek neymiş peki?”

“Söylemedi. Babasıyla konuştuğunu söyledi. Birlikte içki içmişler. Tokat yediğini unutmuş. Ben de unutmalıyım belki.”

“Onun mu, senin mi?”

“İkisini de…”

“Ne konuşmuşlar?”

“Benim onu aramamı bekliyormuş. O aramış, mesaj yazmıştı. Ben yanıt vermemiştim. İstersem babasına söyler onun aramasını sağlarmış ama ben, ben ararım dedim.”

“Konuşmanız çok iyi olur. Sorun yok.”

“Sorun var. İkimiz aynı şeyi söylemiyoruz. Bu durumda kim haklı?”

“Haklı haksız durumu yok ki. Durum şu, birlikte yaşamak istiyor musun?”

“İstemiyorum.”

“İstersen onu evden kovmuş ol. Ben sonuca bakarım. Sen istemiyorsan bitti. Ne yaşandıysa yaşandı. Şimdi ayrılma nedenlerini açıklamak için kırk yılınızı not mu geçeceksin?”

“Evet. Hepsini hatırlıyorum.”

“Yok daha neler. Hatırlamaya da çalışma sakın. Sonra yine yatak döşek yatacaksın.”

“Depresyona girmiştim de hep yatıyordum. Herkese çocukların üç gün üzerini değiştirmediğimi, okullarına kirli lekeli giysilerle gittiklerini anlatıp durmuştu.”

“Görmüş de eli armut mu topluyormuş? Üstlerini o değiştirseydi ya.”

“Ben de hep ağlardım bunu düşündükçe. Çocuklarıma bakamadım diye…”

“Artık onlar büyüdü. Ayrıca bunları yaşayan sadece sen değilsin. Bunu biliyorsun zaten.”

“Bilmek yeterli olmuyor.”

“Ne zaman arayacaksın onu?”

“Bilmiyorum. Hemen arayayım mı? Sen buradayken?”

“Biraz oturalım sonra ararsın. Akın nasıl, iyi miydi?”

“İyi görünüyordu.”

“Atölyeyi sordu mu?”

“Aaa ben de unuttum söylemeyi.”

“Boş ver sorun değil. Telefon açar davet edersin.”

“Tabloları çok beğendi.”

“Çok iyi.”

“Onunla bir arkadaş gibi konuşmak istedim ama olmadı. Yapamadım.”

“Sen onun annesisin canım. Arkadaş olma özlemini unut gitsin. Zaten o da senden arkadaş olmanı istemiyor.”

“Evet. Haklısın. İstemiyor.”

“Cemre nasıl?”

“Aramadı. Umarım iyidir. Onun da evliliği iyi gitmiyor. Benim ayrılmam onu da düşündürdü sanırım. Değişmeye çalışıyor.”

“Akın’a olmasa da Cemre’ye örnek olabilirsin.”

“Biraz geç kalmadım mı?”

“Kime göre geç, kime göre erken, belli olmaz. Değişkendir. Ona göre erken olan sana göre geçtir belki.”

“Arayayım mı?”

“İstiyorsan ara.”

“Konuşmalara tanık olmanı istiyorum. Gerçekleri söylediğime inanmalıyım.”

“Mesajı aldım canım. Ara sen.”

Telefonu aldım. Onu aradım.

Kısa bir konuşma oldu. Yarın bir kafede buluşacağız. İyi konuşmuşum. Özür dilemem gereken bir konuşma geçmemiş aramızda. O da bunu beklemiyormuş ki konuşmalarıyla beni özür dileme noktasına sürüklememiş.

“Teşekkür ederim Beril. Üzerimden büyük bir yük kalktı.”

“Haydi giyin dışarı çıkalım.”

“Çıkmak istemiyorum. Yorgunum.”

“Yarın çıkacaksın ya şimdiden çık bir hava al.”

Giyindim. Birlikte evden çıktık. Bir kafeye gittik. Yemek yedik. İyiyim.

“İyiyim.” dedim.

“Kitap okuyacak, resim yapacak, roman yazacak kadar iyi misin?”

Gülümsedim. “Evet hepsini ama hepsini yapmak istiyorum.”

“Bu cümlelerinin altını çiziyorum. Unutma sakın sözlerini.”

“Unutmam.”

“Unutursan eğer, dur ve düşün, bir yerlerde yanlış var demek ki de.”

“Anladım.”

“Roman nasıl gidiyor?”

“Son günlerde hiçbir şey yazmadım. Elime ne kitap ne de fırça aldım. Yazmak da olanaksızdı, cümle kuramıyordum. Karanlık ve boşlukta yuvarlanıyordum.”

“Bir şey olduğunda lütfen beni ara. Konuşmak her zaman iyi gelir.”

“Sevdiğin insanlarla birlikteysen iyi gelir.”

“Seni seviyorum ben de. Öğretmenim atölye için alınacak malzemelerimizi gruba yazar mısınız?”

“Seve seve.”

Eve döndüğümde saat geç olmuştu. Dışarı çıkmak iyi gelmişti. Yarın onunla buluşabilecek kadar iyiydim.   Ayakta durabilirim, ağlamadan konuşabilir, dinleyebilirim.

Biraz roman okudum ve yattım.

*

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*